ESER ADI

55 Psikolojik Folklor Bağlamında Kemal Tahir’in Köyün Kamburu Romanında “Öfke” Genel Konular Narlıca’nın başına sanki bela yollamıştı. Durduğu yerde yedi düvele harp açan pa- dişah azgınlığı da, bir laf için adam kazıklayan vezir paşa kudurmuşluğu da böyle değil! Ahmet, önüne geleni arı gibi sokuyor, kuduz it gibi dalıyordu. Narlıca, bu he- rifin rezilliği yüzünden odada oturamaz, düğüne-cenazeye “ağız tadıyle” gidemez, pazarı - odunu, tarlayı - değirmeni kavgasız gürültüsüz savuşturamaz olmuştu.” (Kemal Tahir, 1989: 15) Evrensel bir insani duygu olan öfkenin dışarıya yansıtılma biçimleri ile halk tarafından bu yansıtılma biçimlerinin ifadeleri ve öfkeyle baş etme stratejileri kültüreldir. 3.2.1. Köyün Kamburu Romanında “Öfke”Duygusunun Dışavurum Biçimleri “Öfke” duygusu bastırıl/a/madığında çekişmek, pasif-agresif davranmak, aşağılamak, ağız kavgası yapmak, bağırıp çağırmak, surat asmak, fiziksel saldırıda bulunmak ve kuyusunu kazmak şeklinde kendini açığa vurmaktadır. Öfke duygusunun bu kendini açığa vurma biçimleri- nin hepsinin Köyün Kamburu romanında örnekleri bulunmaktadır. Köyün Kamburu romanı, “öfke” duygusunun bastırılmasının kusursuz bir dolaylı anlatımıy- la başlamaktadır. Romanın ana karakteri Çalık Kerim’in babası olan Ahmet’in on iki yaşındayken köye salgın hastalık (tâun/veba/sürgün kırımı) gelip üç gün arayla annesi babası ölümünden son- ra bir köylünün onu Bafra’ya götürerek «hizmetkâr» olarak bırakması tüm olayların da başlangıcı- dır. Ahmet bu olayın yedi yıl geçmesinin ardından bir gün çıkıp köye gelir (Kemal Tahir, 1989: 9). Kemal Tahir romanda Ahmet’in yaşadığı bu büyük travmadan sonra köylülerin kendisine sahip çıkmayıp onu uzaklara götürüp hiç tanımadığı insanların yanına «hizmetkâr» o larak bırakmaları- na karşı duyduğunu öngörebileceğimiz öfkesini anlatmamaktadır; ancak biz okur olarak küçük bir çocuğun anne ve babasını ard arda kaybettikten sonra bir de yaşadığı ortamdan kopartılmasının ağır yüküyle baş edemeyeceğini düşünebiliriz. Ahmet köye döndüğünde ailesinin evinin harap halini görür: “Fakir Sinsin Halil’in şenlendirilecek ocağı, köyün üst başında, koruya sırt vermiş, damı-tabanı toprak, iki odalı, kerpiç evdi. Camı çerçevesi, merteği, kapısı şunun bunun elinde kalmış, avlusunu ot bürümüştü.” (Kemal Tahir, 1989: 10) Ahmet köye döndüğünde köylülerin onun yedi sene köyünde yokken yaşadıklarını merak etmediklerini veya ailesinin evinin viran halinin konuşma konusu olmadığını görürüz, bunun ye- rine bu kadar yıl sonra köyüne dönen Ahmet’e köylülerin merak edip sorduğu tek soru köstekli saatiyle ilgilidir: “… kemerinden çifte kapaklı, yumruk kadar bir gümüş saat çıkardı ki «Ser- kisof»un padişahı bir saat ... Bilmez değilsin ya, gurbet yerinde bazı azapların, bazı ağa kanlarından bir alacakları çıkar ki «alacak» diye ben işte ona derim. - Orası öyle ... Benim dediğim: Bu kahpe, kocası olacak pezevengin sandığını bütün bo- şaltmış da bizim Ahmet’e mi yüklemiş?” (Kemal Tahir, 1989: 11) Ahmet’in köydeki bu dünyaya bastırdığı öfkesi bir gün basit bir meseleyle çekişme biçimin- de ortaya çıkar. Ahmet kendi tarlasında çalışırken taşları ayıkladığı sırada İhsan Çavuş, toprağın

RkJQdWJsaXNoZXIy NTU4MTgx