ESER ADIAnadolu’da Abdallık Geleneğinin Ortaya Çıkmasında Etkili Olan Tasavvufi Ve Dini Yapılanmalar İle Abdalların Müzikle İlişkisinde Bu Yapıların Etkisi

275 Anadolu’da Abdallık Geleneğinin Ortaya Çıkmasında Etkili Olan Tasavvufi ve Dini Yapılanmalar ile Abdalların Müzikle İlişkisinde Bu Yapıların Etkisi Müzik, Oyun ve Eğlence lik dönemi” de denilen zühd ve takva anlayışına dayalı olarak gelişim göstermiştir. Zühd, Tanrı korkusu ve kişinin öte dünyadaki yazgısına ilişkin endişesi karşısında bu dünyaya duyulan bir tiksinti ve olumsuz bir dünya değerlendirmesine dayanır (Karamustafa, 2015, s. 38). Bu anlayışta zahiri ibadetlere önem verilerek halvet 3 ve uzletin 4 izlendiği görülmektedir (Ay, 2014, s. 27). Nefsi disiplin altına alarak Tanrı’ya yaklaşma amacı taşıyan ibadet şekilleri benimsenmiştir ki bunlar genellikle halvet, azlık, açlık, yalnızlık, aşırı oruç, dünyayı ve parayı terk etme gibi halleri içer- mektedir (Alşan, 2012, s. 23-25); (Karamustafa, 2015, s. 38). Irak Mektebi olarak bilinen birinci zümrede, XIII.-XIV. yüzyıllarda Anadolu’da faaliyet gösteren Sühreverdiyye, Rıfaiyye, Kadiriyye, Halvetiyye, Bayramiyye, Nakşibendiyye gibi tarikatlar yer almaktadır (Ay, 2014, s. 27). Tasavvufun “çilecilik”e dayalı ilk dönem anlayışından farklı olarak daha sonraları ilahi aşk ve cezbe denilen bir anlayış ortaya çıkmıştır. Zahiri ibadetleri önemsemeyen ve ilkine muhalif bir tavır sergileyen Horasan ve İran kökenli Horasan Ekolü (Mektebi) ise Allah’a ulaşmanın en yakın yolu olarak “aşk ve cezbe”yi ön plana çıkarmıştır. Yesevîlik, Haydarîlik, Vefaîlik, Kalenderîlik, ve Bektaşîlik gibi yapılar bu zümre kapsamında değerlendirilmektedir (Ay, 2014, s. 27-28); (Öztürk E. , 2013, s. 64-65). Ocak, halk sûfîleri olarak betimlediği bu zümrenin, göçebe Türkmen çev- relere hitap ettiğini ve halk arasında Horasan Erenleri ya da abdal, baba, dede gibi unvanlarla anıldıklarını belirtmektedir (Ocak, 2014, s. 79). Bu anlayışa göre, Tanrıdan korkmak yerine Tanrı istenci ve Tanrı’ya tam teslim oluş düşüncesi hâkimdir. (Karamustafa, 2015, s. 39). Bu anlayışın zühd ve takva karşısında büyük savunucuları Bayezid-i Bistami (874), Cüneyd-i Bağdadi (910), ve Hallac-ı Mansur (922) gibi büyük mutasavvıflar olmuştur. (Ocak, 2016a, s. 55). Horasan’ı merkez alan bu zümre temsilcileri, “Horasan Erenleri” ya da Melametîler olarak da anılmışlardır (Öztürk M. , 2001, s. 44). Bu öğretiye göre âlem, bir tecelliden, aynadaki yansıma gibi gerçekliği olmayan bir hayalden ibarettir. Tanrı’nın mutlak olup, yaratılmış hiçbir şeye benzemediği, isim ve sıfatların tecellisinden ibaret olan âlemde, eşyayı varlıkta tutan bir ruh vazifesi gördüğü kabul edilir (Ay, 2014, s. 55). Besim Atalay’a göre ise Vahdet-i Vücûd, “Sonlunun kendini aşarak son- suz olana yücelmesidir. Gerçek varlık sonsuzdur. Öbürleri geçici birer gölgeden ibarettir. Yeni anlatımla şöyle söylenebilir. Tanrı bir cevherdir, bir ruhtur. Doğa o görüntülerden başka bir şey değildir” (Öz, 2001, s. 139). Bütün kâinat ve eşya, Tanrı’nın mutlak varlığına bağlı olarak mevcut bulunan tek bir vücuttan ibarettir. İnsanlar, bu mutlak varlığın bilgisinden pay alarak öğrenip, bil- dikçe “kâmil insan” olma yolunda ilerleyebilir (Güray, 2012). Bu öğretinin temsilcilerinden Davud el-Kayserî’ye göre gerçekte tek bir varlık vardır o da Mutlak Varlık, Hakiki Varlık, İlahi Varlık, Allah ya da Hakk ’tır. O, var olduğu için mevcut bulunurken, Allah dışındaki varlıklar yalnızca izafi yani mecâzî olarak mevcutturlar (Bayraktar, 2009, s. 66-67). Vahdet-i Mevcûd ’da ise “varlık birliği, “varlıkların birliği” halini alır, böylece doğada görü- nen her şeyin, Tanrı’nın bir parçası olduğuna ve varlığın Tanrı’yla ortaya çıktığı anlayışına ula- şılır. (Öz, 2001, s. 138). Bir başka deyişle, Tanrının eşyanın varlık sebebi oluşu, bazen Tanrı’nın eşyayla birlikteliği ya da eşyanın bizzat Tanrı olduğu şeklinde yorumlanır (Ay, 2014, s. 58-59). 3  Zahid, ve mutasavvıfların Allah’la baş başa kalarak ibadet etmek için ıssız yerlere çekilerek yalnız kalma- sını ifade etmektedir (Uludağ, 1997, s. 293-94) 4  Uludağ, uzleti şu şekilde tanımlamaktadır: ‘Bir kenara çekilme, alâkayı kesme, beden ve düşünce itibariy- le ayrı olma’ gibi anlamlara gelen uzlet, tasavvufta bir zâhidin veya sûfînin Allah’a daha fazla ve daha ihlâslı şekilde ibadet etmek için dünyevî işlerden kendini soyutlayarak bütün varlığıyla Hakk’a yönelmesini ifade eder (Uludağ, 2012, s. 256-57).

RkJQdWJsaXNoZXIy NzM2ODUz