ESER ADI Aşık Tarzı Şiir Geleneğinin Teşekkülüne Dair Değerlendirmelere Bir Ek: Meyhaneler

130 Yrd. Doç. Dr. Erhan ÇAPRAZ T.C Kültür ve Turizm Bakanlığı (Koçu 2015: 24). Osmanlı dönemininde de meyhanelerin sanılanın aksine “yalnızca ‘toplum dışı’ kişilerin gitmediği” (Çokuğraş 2016: 180), “çoğunlukla toplumun alt kesimine hizmet eden mekân- lar olarak kaldıkları düşünülmektedir.” (Çokuğraş 2014: 93). Dolayısıyla Osmanlı’da meyhaneler, “kahvehanelerden sonra heterojen bir erkek grubunun toplandığı ikinci mekân” (Çokuğraş 2014: 93) konumunda bulunmuştur. Bu yüzden de yöneticiler tarafından kahvehaneler ile meyhaneler yakından ilişkili görülmüş; II. Selim (1566-1574), III. Murad (1574-1595) ve IV. Murad dönemle- rinde kahvehaneler kapatıldığında meyhaneler de kapatılmıştır (Çokuğraş 2014: 93). Çokuğraş’a göre “bunda pek çok meyhanenin müşterilerinin Yeniçeriler -ve bu zümre ile yakın ilişkide olduk- ları bilinen- bekârlar olmasının da etkisi olmalıdır.” (Çokuğraş 2014: 93). Yine Çokuğraş’ın aktardığı bilgilere göre Osmanlı’da meyhanelerin “nerede” ve “hangi ko- şullarda” açılacağına pek de önem verilmemiştir. “Sanıldığının aksine, dinî öneme sahip mekân- lardan belirli bir uzaklıkta olmalarına dair düzenlemelerin büyük çoğunluğu da 19. yüzyılın ikinci yarısına denk gelmektedir.” (Çokuğraş 2014: 89). Kısacası Osmanlı’da meyhanelerin “salt içki içilen yerler” olmadığını, “karşılaşmaların ve hatta ticaretin mekânı olduğunu”, “kozmopolit bir karaktere” ve “kamuoyu” oluşturma potansiyeline sahip bir sosyal kurum olduğunu söyleyebiliriz (Çokuğraş 2016: 180). Bu bağlamda meyhanelerin Osmanlı toplumsal yapısından soyutlanmış bir yaşam alanı olmadığını, kahvehaneler öncesinde tamamen eğlenceye dönük dindışı karakter- de önde gelen bir sosyal kurum olarak kültürel ve edebî yapılanma için iyi bir zemin teşkil ettiğini ifade edebiliriz. Zaten 19. yüzyıla gelindiğinde meyhaneler, Osmanlı popüler kültürü içinde olduk- ça önemli bir mekân konumuna yükselmiştir (Çokuğraş 2014: 87). Meyhane zemininde teşekkül eden kültürel ve edebî yapılanmanın izlerini şairlerin eserleri üzerinden de takip edebiliriz. Zira Köprülü’nün belirttiği üzere “birçok şairlerimizin divanlarında, şehrengizlerinde bu meyhane âlemleriyle o devir meşahir-i muğbeçeganının (=meyhane dilberlerinin en ünlülerinin) hakiki tavsifatına tesadüf olun[maktadır].” (Köprülü 1914b). Kanaa- timize göre bu durum bir taraftan âşık tarzı şiir geleneğinin klâsik kültürle etkileşimini sağlarken diğer taraftan geleneğin başlangıcında bir kısım âşıkların “irşat ve nasihat kapısını aralık bırakıp güzelleme kapısını aç[malarını] (Demiralp 1988: 158 oradan Çobanoğlu 2006: 40), yani âşık tarzı şiir geleneğinin teşekkülünü kolaylaştırmıştır. Zira gelenek içinde ilk olarak, geleneğin “başlatı- cı”sı olarak görülen “ordu şairler” (Çobanoğlu 2006: 13) “zahirî bir reng-i tasavvuf altında daha laubaliyane mey ve mahbubdan bahsetmeye başlamışlardır.” (Köprülü 1914a). Nitekim bu durum 19. yüzyıla gelindiğinde daha aleni bir hâl kazanmıştır. Üsküdarlı halk şairi Âşık Râzî’nin Haleblioğlu’nun meyhanesi için söylemiş olduğu destanda yer alan şu dörtlük gerek âşıkların meyhane içindeki durumunu gerekse mahbupların âşıkları için en önemli yaşam ve ilham kaynağı olduğunu göstermesi açısından kıymetlidir: Âşık-ı sâdıklar kurar meclisi Mâşuklarsa gönül tahtı celisi Samur kaşı şahin başı tellisi La ʻ li lebin içen olur divane (Koçu-Akbay 1965: 3552).

RkJQdWJsaXNoZXIy NTU4MTc2