ESER ADI Aşık Tarzı Şiir Geleneğinin Teşekkülüne Dair Değerlendirmelere Bir Ek: Meyhaneler

131 Âşık Tarzı Şiir Geleneğinin Teşekkülüne Dair Değerlendirmelere Bir Ek: Meyhaneler Türk Halk Edebiyatı Tokatlı Nûrî de ‘Dilberler destanı’nda dönemin değişik etnik gruplara mensup mahbupla- rının tüm vasıflarını ortaya koyarken, destandan aldığımız aşağıdaki dörtlük de kendisinin mah- buplara olan bağlılığını açıkça dile getirmektedir: Kınamayın dostlar bu geldi dile Gayri konuşmadım başka dil ile Nûrî mahbup sever cümle il bile Muhalefet olsun yâru yarana (Onay 1933: 214). Hatta Reşad Ekrem Koçu’nun İstanbul Ansiklopedisi’nde Çenberlitaş’daki Vezirhanı mey- hanesinden bahsederken Ermeni aşug Harâbât Haçik için aktardığı şu rivayet de durumun ne boyutlarda olduğunu ortaya koymaktadır: “Bu meşhur meyhanenin çok büyük bir hatırası vardı. Vefat tarihini tespit edemediğimiz Ermeni saz şairlerinden meşhur Harâbât Haçik’in sazı bu meyha- nenin bir duvarına asılı idi. ‘Son günlerini burada geçirmiş, bir gece şu peykenin üstünde ölmüştür’ diye anlatılıyordu. Harâbât, Vezirhanı meyhanesinde Pandeli adında bir muğbeçeye tutulmuş, onun şanında söylediği bir destanı da tâlik hat bir hattata yazdırmışlar, camlatıp çerçeveletip sazının yanına asmışlardı.” (Koçu-Ak- bay 1965: 3817). Osmanlı için “kolektif yaşam kültürü” aslında olağandır (Çokuğraş 2016: 178). Âşık tarzı kültür geleneği icralarının da “din, mezhep ve zümre kalıplaşmalarını, Tekke-Manastır kamplaş- malarını yeni bir ortamda ve yeni bir potada eriterek bu son derece zengin kültürel çeşitliliği bir arada ve yeni bir çeşni halinde yaratma” (Çobanoğlu 2006: 9) kudreti vardır. Bu bağlamda Ermeni aşuglarının da sürece dâhil olmasında meyhanelerin işlevsel bir nitelik taşıdığı düşünülebilir. Yani Ermeni aşuglarının âşık tarzı şiir geleneğine eklemlenmesi bu kültürel ve edebî yapılanmanın bakıyesi temelinde de düşünülebilir. Köprülü’nün Türk edebiyatının Ermeni edebiyatı üzerindeki tesirlerini ortaya koyarken 16. yüzyıl şairlerinden İsfahanlı Abdal’a dair Sâm Mirzâ-yi Safevî’nin Tuhfe-i Sâmi ’sinden naklen aktardığı “Tebriz’de beş sene meyhane köşelerinde Ermenilerle dost- luk et[tiği]” (Köprülü 2012: 237) yönündeki bilgi de bir taraftan bu temele ışık tutarken diğer taraftan Tebriz’in de geleneğin teşekkül sürecinde bir diğer önemli merkez olarak değerini ortaya koymaktadır. Ayrıca “Türk âşıkları ile Ermeni aşugları arasında hayat tarzı ve âdetler vb. itibarıyla mevcut büyük benzerlik[lerin]” (Köprülü 2012: 226) de bu eklemlenme sürecini hızlandırdığı ifade edilebilir. Nitekim 1880-1885 arası İstanbul’a gelen ve yolu Eminönü Balıkpazarı meyhanelerine düşen Erzurumlu Âşık İbrahim’in söylemiş olduğu ‘Balıkpazarı meyhaneleri’ destanında geçen şu dörtlük de sonraki süreçte Türk ve Ermeni âşıklarının meyhanelerdeki konumunu; Ermeni aşugla- rın da gelenek içinde icrâya hakimiyetlerini yansıtması açısından oldukça anlamlıdır: Kâfirin oğluna esir Müslüman Getir ey saki şarab-ı erguvan Okunsun Urumca semai divan Lattacı Hıristo bir üstadı var (Koçu 2015: 21).

RkJQdWJsaXNoZXIy NTU4MTc2