Ceyhanlı Aşık Ferrahi'nin Yeni Derlenen Türküleri

26 Dr. Halil ATILGAN T.C Kültür ve Turizm Bakanlığı 1954 senesinde Âşık Ferrahi İstanbul’dadır. Ayazağa ve Zeytinburnu Süvari Bölüğünde as- kerdir. Ancak askerliği sırasında tüberküloz hastalığına yakalanır. Hava değişimi için köyüne gönde- rilir. Fakat hastalık geçmediğinden, tekrar asker ocağına dönemez. Bu hastalık Ferrahi’nin hayatında yeni bir dönemin başlangıcı olur. Asker ocağına bir daha dönemeyen Ferrahi’nin verem olduğunu anlayan dayısı, çocuklarını bu bulaşıcı hastalıktan korumak için, evinden uzaklaştırır. Bu yüzden Ferrahi de köyünü terk etmek zorunda kalır.  İlk gittiği yer Ceyhan’dır. Ceyhan’da çocukluk arkadaşı Hamit Zorba’ya yol düşürür. Hamit Zorba, çalıştığı çiftlikte ona da bir iş ayarlar. Ferrahi, bir müddet burada çalışsa da traktör sürmek pek işine gelmez. Çünkü o; ‘’Mahzun Çocuk’’ una yeni şiirler ekle- yecek, türküler çığıracaktır Sene 1958’dir. Elinde Kayserili Ömer Usta’nın armağan ettiği bağlaması ile Ceyhan’daki Şev- ket Eser’in saz evine düşer yolu. Şevket Eser’i tanıması çalıp söyleme konusunda yeni ufuklar açar. Ondan aldığı bilgiler ışığında deyişlerini sazıyla sözüyle dile getirir. Bu çalışmalar yavaş yavaş şuurlu bir şekilde Ferrahi’nin rotasını âşıklar dergâhına yöneltir. Artık aşığımız sazıyla, sözüyle ve korkunç kaderiyle baş başadır. Dertlerini türküleriyle dile getirir. Ah neyleyim gönül senin elinden / Her zaman ağlarım gülemem gayrı. Ela gözlü nazlı yâri / Görem dedim göremedim. Hasta gönlüm divanedir durmuyor / Dünya hiç kimseye kalmamış deyin. Güzel ben senin elinden / Nere gi- dem nere gidem. Adana’ya geldim gülüm göreyim dedim adlı türküleri çok ünlenir. Ünlenen tür- küleri dilden dile telden tele yayılmaya başlar. Ününe ün katar. Destan satarak hayatını kazanmaya çalışan Ferrahi ünlenen türküleri sayesinde radyodan da sesini duyurmaya başlar. Adana İl Radyosu Müdürü Kemal Sönmez dört türkülük bantlar yaptırarak daha da ünlenmesine yardımcı olur. Konya Âşıklar Bayramına katılarak yaptığı türküleriyle Köroğlu ve Mihri Hatun ödüllerine layık görülür. Sa- zıyla sözüyle ozanların düzenlemiş olduğu turnelerle yurdu karış karış, özellikle Çukurova’yı köy köy, oba oba, ilçe ilçe dolaşır. Gezginci âşıklar ne yaparsa o da onu yapar. Sazıyla sözüyle Çukurova’yı dolaşırken Adana’nın merkez Kürkçüler köyüne bir düğüne da- vet edilir. Düğün gecesi, görüp tanıştığı akrabadan bir kıza gönül verir. Kısa bir süre sonra alıp kaçı- rır. 1959 yılında onunla evlenir.  1960–1961 yılları arasında Ceyhan’ın Kıvrıklı köyünde dayısından kalan 35 dönümlük tarlasını satarak Adana’ya yerleşir. Sinanpaşa Mahallesi Kışla Caddesi’nde bir saz evi açar. Burada bir yandan bu işin meraklılarına saz dersi vermeye çalışır, bir yandan da plak satarak geçimini temin eder. Kendine göre bir düzen kurarak geçimini sağlayan Ferrahi, Emine’den doğan Kızı Emine ve oğlu Mustafa geçim derdini daha da zorlaştırır. O tüm zorluklara rağmen küçük kızı Emine’ye bağlama çalıp türkü söylemesini öğretir. 1960’lı yıllar onun yavaş yavaş yağı ile kavrulduğu yıllar olarak kayıtlara geçer. Fakat askerde yakalandığı verem hastalığı gün be gün şiddetini artırmaktadır. İşin kötüsü illet onun gırtlağına tebelleş olmuştur. Teşhis gırtlak veremidir. Hastalık ilerledikçe ses tellerini kaybeder. Bülbül gibi öten Ferrahi’nin sesi çıkmaz olur. Gerçek odur ki… Ozanın sermayesi sazı ve sesidir. Kısaca ozanın en önemli iki silahı vardır. Biri sözü, diğeri de sazıdır. Sözünü sazıyla dile getirir. Söz olmaz, ses olmaz ise bağlama çalma tek başına neyi anlatabilir ki… Elbette anlatamaz o bunu çok iyi bildiği için yaptığı deyiş- lerini kızı Emine’ye öğretir. Artık Ferrahi bir âmâ, kızı Emine onun değneğidir. Gerçekten de öyle alınan defter iade edilmemiş, kısaca Mahzun Çocuk Neşet Ertaş’ın gazabından kurtulamamış, geri dönüşü de olmamıştır. Akıbeti meçhuldür. Böylece Neşet Ertaş’la ilgili bu tür suçlamalara bir yenisi daha eklenmiştir.

RkJQdWJsaXNoZXIy NzM2ODUz