Folklorun Korunması: Derlemeden Aktarmaya

470 Prof. Dr. M. Öcal OĞUZ T.C Kültür ve Turizm Bakanlığı Romantizm çağının bu yorumu ile evrimci bilimin geçmiş merakı, yer yer bir araya gelerek folklorun yeni bir disiplin olarak doğuşunu hazırlamıştır. Bu disiplin başlangıçta köyün kültürü- nün bozulmadan günümüze geldiği, çağlar öncesini yansıttığı ve kentsel alanda “ümmet” lehine kaybedilen “millî kimliği” yeniden inşa etmede temel kaynak olduğu fikrini benimsemiştir. Her disiplin gibi bu disiplinin de araştıracağı ve inceleyeceği nesne ve şeyleri elde etmesi gerekiyor- du. Nitekim bu süreçte Kilisenin şarkı, ilahi, menkıbe gibi türlerden oluşan sanat ve edebiyatının karşısında köylülerin yazılı olmayan ve kuşaktan kuşağa aktarılan balat, efsane ve masal gibi sanat ve edebiyat verimleri folklor disiplininin malzemesi olarak görülmüştür. Bu malzemenin derlenmesine, arşivlenmesine, yayımlanmasına ve müzelenmesine yönelik çalışmalar böylece hız kazanmıştır. Bu dönemlerde folklor ürünleri evrimci yaklaşımların da etkisiyle medeniyet öncesinin ka- lıntıları olarak görülmekte ve gittikçe artan sanayileşme, kentleşme ve okuryazarlık etkisiyle yok olmakta olduğu ve bunun da kaçınılmaz olduğu düşünülmektedir. Bu yok oluşu önlemenin yegâ- ne yolunun ise derleme, tespit, arşiv, yayın ve müze olduğu fikrinde hemen hemen bütün ülkeler ve bilim insanları birleşmektedir. -Farklı dillerde daha önce kullanıldığına dair görüşler de hatırda tutularak- örneğin “folklor” teriminin ilk kullanıcısı olan W.J. Thoms, sanayileşme, kentleşme ve köylerin boşalmasıyla folklo- run kaybolmakta olduğunu, genç kuşakların bu alana ilgi göstermediğini ve bir an evvel derleme- ler yaparak arta kalanın kurtarılmasını savunur. Onun bu önerisi, kendinden sonraki folkloristler tarafından da benimsenecek ve yok olmakta olan, medeniyet ve kültür değişmeleriyle yok oluşu doğal karşılanması gereken ürünlerinin derlenmesi, arşivlenmesi, basılması, müzeye konulması veya bir veya birkaç örneğinin bir biçimde muhafaza altına alınması, koruma açısından yeterli görülecektir. Çünkü bu koruma biçimi folklor ürünlerini arkeolojik buluntuların korunmasındaki yöntemlerle bütünleşik olarak geçmişi aydınlatmada bilimsel veri ve geleceği inşa etmede esin kaynağı olarak görmekten kaynaklanıyordu. Dağ köylerinde, yaşlı ve okuryazar olmayan köylülerden derlenen ürünlere, arkeologların beş bin yıl önceye ait yerleşim yerlerinde yaptıkları kazılarında buldukları objelere baktıkları gibi bakıyorlar ve onlar gibi inceliyorlardı. Belki bu yöntem birliğinin tek istisnası, folklor ürünlerinin “millî kimlik” inşası için esin kaynağı olması ve buna bağlı olarak yeniden üretilmesidir. İskoçya’da Ossian takma adıyla şiirler yazan Macperson, Finlandiya’da dağınık halk anlatılarını Kalavela Destanı adı altında toplayan E. Lönnrot, Almanya’da farklı dillerdeki masal parçacıklarını bütün- leştiren Grimm Kardeşler ve Türkiye’de âşık tarzını şiirlerine esin kaynağı yapan Millî Edebiyatçı- lar veya Beş Hececiler bu cümleden olarak örnek verilebilir. Sözün kısası, “derleme” uzunca bir dönemde aynı zamanda yegâne “koruma” yönte- mi olarak görülmüştür. Başka pek çok ülkede olduğu gibi Türkiye’de yapılan alan araştırmaları da, bu araştırmaların dergi ve kitaplarda yer alış biçimleri de bu düşünceyi doğrular şekildedir. Örneğin bir ürünün son anlatıcısından ölümünden önce yapılan derleme, dergi ve kitaplara “yok oluşunu önledik” şeklinde bir kurtarma kazısı gibi yansıtılmaktadır. Kuşkusuz bilim açısından böyle bir derleme değerlidir ama folklorun korunması konusunu bu şekilde mi anlamalı ve böyle mi yürütmeliyiz sorusunu da kendimize sormalıyız. Eğer folklorda son anlatıcı veya son icracıdan

RkJQdWJsaXNoZXIy NzM2ODUz