Gelenek, Görenek ve İnançlar

370 Yrd. Doç. Dr. Hülya UZUN T.C Kültür ve Turizm Bakanlığı Tasavvufî anlamına baktığımızda hem ilahî seslerin işitilmesiyle kendinden geçme hali, hem de işitilen bu ilahî seslerden sonra raks ederek kendinden geçme hali olarak iki şekilde kul- lanılmıştır. Birincisinde işitilen ilahî ses, herhangi bir ses olabileceği gibi daha çok musikî olarak tanımlanmaktadır. Tasavvufta Tanrı’yı seven ve ona âşık olan kişilerin işittikleri her seste Tanrı’yı işitmesi de semâdır. Bu şekilde kendinden geçme hali de “vecd” olarak açıklanmaktadır. Süley- man Uludağ vecdin musikî ile tanımlanmasını şöyle ifade eder “Vecd, semâdan evvel rastlanma- yan manevî hallere iç âlemde tesadüf etme demektir” (Uludağ 1976: 305). İkinci anlamı ise Mevlevîlerin zikir âyinlerinde dönerek raks etmektir. “Mevlevî literatü- ründe semâ, ritim ve müzik eşliğinde yapılan, sağdan sola, kalbin etrafında çark atıp dönerek icra edilen bir nev’i nafile ibadettir” (Top 2007: 81). Mevlevîlerin kendilerinden geçmek amacıyla yaptıkları bu raks, toplu olarak yapılabildiği gibi tek başına da yapılabilir, yani kişinin o anki vecd haliyle ilgilidir. Aslında biraz ince düşünüldüğünde ilk iki anlamın bir Mevlevî âyininde birleştiği gö- rülebilir. Dönerek semâ eden kişi, âyinin ve güftesinin etkisiyle yüce duygular kazanarak manen olgunlaşır, yücelir, Tanrı’ya ulaşmayı hedefler. Bu dönüş yalnız bedenle yapılan dönüş değildir. Gönülle, ruhla, aşkla, imanla, maddi ve manevi bütün varlığı ile dönüştür. Bu dönüşte Hakk âşıkı, mevhum varlığından, kendi benliğinden kurtulur da Allah’da yok olur.” (Can, 2003:264). Mevlevî Semâsının Doğuşu Konuyla ilgili kaynaklardan alınan bilgiye göre Mevlânâ semâya Şems ile tanıştıktan son- ra ve özellikle Şems’in isteği ile başlamıştır (Top, 2007: 86, Gölpınarlı 2006-b-: 77). Eflaki de Mevlânâ’nın ne zaman ve nasıl semâ yaptığı konusunda “Ariflerin Menkıbeleri” adlı kitabında buna benzer birçok örnek vererek, o döneme ait yapılan semâ konusunda bilgi sahibi olmamızı sağlamıştır (Eflaki 2006: 127-285). Şems ile yaptıkları semâda ve daha sonra yaptığı semâda ne kurallar vardı ne de belli bir musiki eşliği vardır; tamamen doğaçlama olarak, zamanı, saati ve yeri belli olmayan cezbeye geldiği anda yapılan bir rakstır. Mevlânâ, hiç beklenmeyen bir anda duydu- ğu seslerden etkilenebilir ve hemen semâya başlayabilirdi. Buna en bilinen birkaç örnek şöyledir: “Kuyumcu Selahaddin Zerkubî’nin dükkânının önünden geçerken, Selahad- din’in altınlara vurduğu çekiç sesinden etkilenir ve hemen orada, sokak ortasında semâ’ya başlar. Bunun gibi yine birisinin sokakta “Dilgû…Dilgû…” diye tilki sattığı- nı duyuyor. “Dilgû, sözünü Farsça’da ‘gönül nerde’ anlamında ‘dil kû’ tarzında alıp, vecde gelerek semâ’ya kalkıyor veya birisi yemek yapar, eşini dostunu çağırır, yenilir içilir, yemekten evvel yahut sonra kavvâller, tabiî bestesi ve güftesi muayyen olmayan neşideler okurlar, isteyen semâ’a kalkardı” (Gölpınarlı, 1983:380-382). Ayrıca Mevlânâ’nın nasıl semâ yaptığına dair bilgiyi de (Sanal 1956: 13) şu şekilde açık- lamıştır: “Mevlânâ bazen çarh atarak, bazen ayağını yere vurarak ve başka hareketler yaparak semâ ediyordu”. Yine Sanal, Mevlânâ’nın sık sık semâ toplantıları yaptığını ve bu toplantılarda yemek, saz, sohbet ile birlikte semânın da başta geldiğini belirtmiştir. Bu toplantılarda Mevlânâ başta olmak üzere semâ yapmak isteyenler semâya katılır ve içlerinden geldiği gibi semâ yapar- lardı. Semâ, Mevlânâ zamanında belirli kurallara bağlı olmadığı için öğretilemiyordu; yukarıda da belirtildiği gibi herkes içinden geldiği gibi semâ yapardı. Mevlevî semâsı, Mevlevi tarikatının

RkJQdWJsaXNoZXIy NTU2NTE2