Geleneksel Yemeğin Boyutları Ve Yemeğin Sesi

437 Geleneksel Yemeğin Boyutları ve Yemeğin Sesi Somut Olmayan Kültürel Mirasın Korunması Çalışmaları Howes’a göre (2013: 14-5), duyu çalışmalarına şu üç “devrimsel” yaklaşım yön vermiştir: Duyuların algılama aracı olarak düşünülmesi; soruşturma aracı olarak duyuların potansiyelini takdir etme (katılımlı gözlem yerine, katılımlı duyumsama; coğrafyayı doğrudan, aracısız, samimi algılama); duyuların karşılıklı ilişkisi. Yemek – duyu ilişkisinde, her üç bakış açısının da kullanıldığı anlaşılmaktadır: “Açlığımızı bastırmak için yemek” ya da “bedeni beslemek” gibi ifadelerde bile bir yeme ayrımı yapan insanoğlu, yemeğin duyumsal deneyiminde de çoklu duyu kullanır. Sadece ağız ve burun değil, göz, kulak ve ten de bu deneyime aracılık eder (Kirshenblatt-Gimblett, 2015: 230). Örneğin tüketim aşamasında yemek, her beş duyu organına da hitap eder; tat, koku, görünüş, ses ve kıvam (Kivela ve Crotts, 2006). Bu nedenle, Kirshenblatt-Gimblett (2015: 231), yemek araştırmalarında temel duyulardan sadece tat’a odaklanılmamasını önerir. Çünkü ona göre: Renkten, yükselen buhardan, parlaklık ve dokudan, tat, koku ve hissi çı- karsarız. Tat, şeylerin nasıl göründüğünden, ele nasıl bir his verdiğinden, nasıl koktuğundan (ağzın dışından) ve nasıl ses çıkardığından anladığımız ve tahmin ettiğimiz bir şeydir. … Gözlerimiz, tat ve kokunun çalıştırdığı duyu anıları ile uzak- tan bize yemeğin ‘tadını’ verir. Duyusal antropoloji çalışmalarında yemek konusunun diğer ele alınma tarzları, Sutton’ın (2010) yaptığı değerlendirmeden yola çıkarak, şöyle sıralanabilir: Dört temel tat görüşünü aşarak tadı betimleyen ve diğer duyulara da yer veren çalışmalar (örn. görünüş, doku, tat, çeşnilendirme, koku, ısı ve renk). Tat almanın; toplumsal ayrımlar, ahlak, zevk alma, anı, toplumsal cinsiyet ile ilişkisine değinen incelemeler. Koku manzarası (duyusal çevre), yiyecek görünümü (yerel nitelikli tatlar için), birleşik duyu (sinestezi) vb. kavramlar aracılığıyla yemek ve duyu ilişkisine bakan çalışmalar. 2.2. Ses Duyma, temel duyulardan biridir. Duyulan şey ise genel olarak sestir. Ses, “titreşen bir ci- sim tarafından yaratılan” ve “bir ortam içinden – genellikle havadan – geçerek bir alıcı tarafından algılanan” “bir dalga”dır (Parker, 2015: 15-6). Peder Louis-Bertrand Castel’e göre “sesin özelliği, geçmesi, kaçması, değişmez biçimde zamana bağlı ve harekete bağlı olmasıdır” (akt. Lévi-Strauss, 2015: 97). Buna rağmen, sesler hafızada; kültürel ya da bireysel olarak tanımlanmış, onlara ilişkin duygu ve tepkilerle birlikte saklanabilmektedir. İşitmenin verdiği hazzın ulusal ve bireysel yönüne dikkat çeken Herder’in sözünden yola çıkan Bendix (2000), “işitme hazzı kadar, bireysel ve kültürlerarası bir şey yoktur” der. Zira çocuklar, kültürlenme sürecinde çevrelerindeki bireyleri, dili, çevreye ait diğer sesleri dinleyerek öğrenir, duygu geliştirir (örn. korku, heyecan, rahatlama). Bir roman karakteri olan genç besteci Robert Frobisher, “Gürültü ve ses arasındaki sınır- lar geleneklerdir” der (Mitchell, 2011: 580). Gerçekten de kültürel miras niteliği taşıyan seslerin tanımlamasını, sınırlarını gelenekler belirler. Tam da bu nedenle 1950’lerden beri duyular ant- ropolojisi, etnomüzikoloji, konuşma ve dinleme etnografisi; farklı kültür gruplarından yükselen

RkJQdWJsaXNoZXIy NzM2ODUz