Genel Konular

326 Âdem TERZİ T.C Kültür ve Turizm Bakanlığı küfreder. Ertesi gün ise bütün mühendisleri toplayıp “İşçileri çalıştırırsanız da yemeklerini verin, yoksa çok kötü ... koyuyorlar.” der. “Biz bir ay biraderle o ocağa girdik çıktık. Ama Arap’tan da çok korktuk…” Anlatıların en yoğun olduğu alan ise olağanüstü varlıklarla ve açıklanamayan durumlarla ilgili olanlardır. Bu tür anlatıların başında “Ocağın Arabı” anlatıları gelmektedir ki Pertev Naili Boratav, Halk Edebiyatı Dersleri ’nde (s. 58-59) “Zonguldak ve Havalisinin Kömür Ocakları ile İlgili Folkloru Nasıl Tetkik Edilmeli?” başlığı altında “ocakların gerçek sahibi Arap”la ilgili anlatıların nasıl derlenebileceğine değinmektedir. Madenciyi tehlikelere karşı uyaran ama belli durumlarda da cezalandıran “Ocağın Arabı” işlevindeki olağanüstü varlıklara farklı adlarla başka alanlarda da rastlanmaktadır. Bu yönüyle olağanüstü efsaneler kapsamında değerlendirilebilecek “Ocağın Arabı” içerikli anlatılar, bugüne kadar madencilerden derlene gelmiştir: “Ocakta bizden başka kimse yok. Birader, ‘Yolda bir şapırtı var. İnsan geliyor.’ dedi. Lam- bayı tutuyorum kimseyi göremiyorum. Şapırtı geliyor ama kimse görünmüyor. ‘Lan kim var ora- da?’ diyorum, kimse ses vermiyor. Okumaya başladım, şapırtı kesildi. Biz bir ay biraderle o ocağa girdik çıktık. Ama, Arap’tan da çok korktuk…” (Can 2006) “ Ocağın Arabı dedikleri bir yaratıktan da söz edenler olmuştu. Bu yaratığın kendilerine tokat attığını bile iddia edenler çıkmıştı.” (Özyalçıner 2008: 61) “Zonguldak’taki maden kuyularının hepsinin de birer Arap’ı vardır; daha doğrusu her ku- yunun müşterek bir Arap’ı... Bu, Ocağın Arabı katran karasına bulanmış galerilerde tek başına dolaşır ve yine buralarda tek başına dolaşan işçilerin karşısına dikilir. Kuyuların eskileri arasında Arap’a çatmamış madenci yok gibidir. Hatta bizim Ethem Çavuş bile. (…) Ethem Çavuş, on dört yaşında madenciliğe başladığı sıralarda, günün birinde ustası bir iş için çavuşumuzu ıssız ve başıboş bir başyukarıya salmış. Ethem Çavuş bu ıssız başyukarıya doğru korku içinde yürürken Hazreti Arap karşısına dikilmiş ve elindeki gürzü sallayarak ‘Dur!’ demiş. ‘Bir adım daha atarsan gürzü tepene yersin.’” (Çıladır 2014: 74-75) Madencilerle yaptığım görüşmelerde, uzun süre önce emekli olanlarda ocakların birer sa- hibi olduğu inancının yaşadığı görülmekle birlikte son kuşak çalışanlar içerisinde Ocağın Arabı’na rastlamak bir yana adını duymayanların sayısının oldukça fazla olduğu tespit edilmiştir. Ölümlü kazaların azalması, çok uzun çalışma sürelerinin kısalması ve çalışma koşullarının nispeten iyi- leşmesi gibi etkenler madenciyi içeride koruyup kollayacak Ocağın Arabı benzeri bir yoldaşa ihtiyacı azaltmış olabilir. Anlatıların devamlılığını sağlayan kültür formlarının gevşemesi veya “cin geleneği”nin öteki olağanüstü varlıkları asimile etmesi (Çobanoğlu 2015: 142) Ocağın Arabı’nın daha derin ve karanlık galerilere çekilmesine yol açmış da olabilir. Zira yüzlerce metre derindeki galerilerde doğal ışıktan ve havadan yoksunlukla birlikte olağandışı basınç; zehirli gazlar; karan- lıkta parlayan kömür ve fosforlu mantarlar; her yandan sızan suyun, tavanlardan düşen toprak ve taşın, zamanla çıtırdayarak yerine oturan direklerin, yakındaki galerilerde çalışan öteki işçilerin

RkJQdWJsaXNoZXIy NTU4MTc2