Kına Türkülerinde Kültürel Kodlar: Ocak Eşik Kuşak Tuz

87 Kına Türkülerinde Kültürel Kodlar: Ocak Eşik Kuşak Tuz Müzik, Oyun ve Eğlence Arşivde kayıtlara geçmiş yetmiş beş kına havasının içerisindeki “Atladı Çıktı Eşiği” adlı ezgi, benzer söz dizimi ile Anadolu’nun farklı yerlerinden derlenerek repertuvarda yer almıştır. Burada ‘eşik’ mevhumunu kök kültüre ve sosyokültürel görüngüye zemin olması bakımından irdelemek gerekmektedir. Anadolu’da yaşam mekânının bir parçası olan eşiğin inançsal açıdan kökeni vardır. Eşik kutsaldır. Üzerine ayak ile basılması veya oturulması uğursuzluk ve günah ile ilişkilendirilir. Mekâna girerken veya çıkarken besmele veya dua yapılan bir bölümdür. Kültürel görelilik açısından bazı toplumlarda sol ayakla, bazı toplumlarda sağ ayakla geçilmesinin gerekli- liğine inanılır. İnanç biçimlerinde farklılık gösterse de Cennet ve Cehennem sorgusunu beklerken geçilen yer anlamı vardır. Alevilikte eşik Hz. Ali’nin sembolüdür ve yola girişi temsil ettiğinden kutsaldır. Hatta on iki imamdan birisi eşikte öldürülmüştür, bu yüzden eşiğe basmak günah olarak bilinmektedir. Anadolu, Balkanlar ve Türkistan’daki âlim ve dini büyüklerin mezarlarına, yatırlara girilirken eşikleri niyaz edilir, dualarla kapıdan şefaat beklenir (Bozkurt, 1990; Er,1996; Yörü- kan,1998). Türk kültüründe eşik kapıdır. Kapı ise yeni bir dünyaya açılmaktadır. Bu nedenle say- gındır, kutsaldır (Atmaca ve Adzhumerova, 2010). Türk destanlarında da eşik, ev anlamında söylenmiştir (Ögel, 1991, s. 392-393). Tasavvuf kültüründe eşik uludur, mahviyeti işaret eder. Eşiğe baş koymak, yüz sürmek bağlılık anlamındadır. Tekkelere eşik denilmesini sembolize eder (Uludağ, 2001). Anadolu’da evlenip yeni evine giren gelin, yeni hayatını geçireceği eve girerken evin eşiğini öperek bağlılığını gösterir. Kına türkülerine kodlanan bu durum önemli bir külttür. Bu bilgiler ve türkü metinlerinin analizinde eşiği atlama, geçme, çıkma içeriği, fiziksel anlamda evin dışına çıkmanın ötesinde, kadının yeni bir hayata başlaması, bu bilinmez yeni düzene bağlılık ve bereketli olması düşünü hâkimdir. “Çaktılar Çakmak Taşını”, “Çatdılar Ocak Taşını”, “Çattılar Gazan Daşını” gibi benzer söz dizimiyle karşımıza çıkmaktadır. Anadolu kültüründe ocak, kazan ile ilgili inanma ve gelenekler; birlik, bütünlük, sağlık, ebedîlikle ilgilidir. Ocak, ev ve aile anlamında saygı görmektedir. Ocak tütmesi ya da ocak sönmesi dirliğin yaşaması veya yok olmasıyla ilintilidir. Ocağın közü erkek iken, ocağa bakan, bekleyen, yaşamsallığı kazandıran kadındır. Kadın ocağı yaşatan, kazanı kaynatan, ateşi sürekli yanık tutarak dirliği sağlayan ve soyun devamı için bebek doğuran kişidir. Ateş ocağın devamlılığıdır. Taş, ateşin yanmasını sağlayan ve üzerine konulan kazanı taşıyan bir malzemedir. Çakmak taşı ise birbirine sürüldüğünde alev çıkarmaktadır (Ergun, 2010;Karakurt, 2011). Ateşin oluşması yaşamsallıkla birebir örtüşen metafordur. Bu sembol, kına uygulaması süresince gelinin etrafında yakılan mumlar ile kendini göstermektedir. İncelenen kına türkülerinin metinlerinde ve kına yakma töreninin özünde kadını ağlatmak öne çıkmaktadır. Kadının gözyaşından beklenen bereketi artıracağı düşüncesidir. Çetin’e (2008) göre, gelinin gözyaşlarının bereketle olan ilişkisi, ölüp yeniden dirilmeleriyle mevsimsel döngüyü simgeleyen Sümer tanrı kültlerinden hareketle Anadolu’da içselleşmiştir. Yas ve dökülen gözyaşından sonra tanrıların dirildiği ve bereket tanrıçalarıyla evlendirildiği, böylece kıtlığın sona erdiği ve bereketli ilkbaharın yeniden geri geldiğine inanılmıştır. Büyük bir coşkuyla kutlanan bu süreçte, bereketin gelinin gözyaşlarından beklenmesi, geçmişteki kutsal evlilik törenlerinden izlerdir. Kalafat (2015), Anadolu’da yaygın olan ‘saçı’ geleneğini gözyaşı ile ilişkilendirmiştir. Saçı,

RkJQdWJsaXNoZXIy NzM2ODUz