Mevlidü’n-Nebi Adlı Eser Halk Kitabı Olarak Değerlendirilebilir mi?

48 Doç. Dr. Abdulselam ARVAS T.C Kültür ve Turizm Bakanlığı probleme geçmeden önce ele alınan malzeme ve metot hakkında kısaca bilgi vermek faydalı olacaktır. Araştırmada, esas itibarıyla 1323/1905 tarihli “Mevlidü’n-Nebi” adını taşıyan eski harfli Türkçe matbu bir eser ele alınacaktır. Metin merkezli yöntemle incelenen bu matbu eserde za- manla neşvünema bulan değişimler tespit edilecektir. Bu değişimlerin tespiti için de 1289/1872 ile 1323/1905 tarihinde basılmış iki eski alfabeli Türkçe matbu eser mukayese edilecektir. 1289/1872 tarihli matbu mevlid metni zamanla ortaya çıkan değişiklikleri göstermek bakımından önemli bir nüshadır. Böylece eserin nasıl halk kitabına dönüştüğünü de anlamak kolaylaşacaktır. Ayrıca 1323 tarihli nüsha şekil ve muhteva açısından ele alınmaktadır. Gerçi tüm matbu nüshalar üç aşağı beş yukarı şekil ve muhteva açısından aynıdır. Yine de esere bir bütün olarak bakıldığında matbu nüshalar arasında bile birçok farklılıklar görülmektedir. 1. Mevlidü’n-Nebi (1323/1905) Adlı Eserin Şekli ve Muhtevası Türk edebiyatında ilk yazma mevlid in XIV. asırda yaşayan Ahmedî’ye ait olduğu söylen- mektedir (Pekolcay 1980: 45). Gerek XIV. ve XV. yüzyıllarda gerekse daha sonraki dönemlerde başka müellifler tarafından çeşitli mevlid ler yazılmıştır. Buna rağmen, bilim adamları Türk ede- biyatında en meşhur mevlid in XV. asırda Süleyman Çelebi’nin kaleme aldığı “Vesiletü’n-Necat” olduğunu kabul etmektedir. Üstelik halk arasında yayılan, okunan, okutulan, icra edilen mevlid her zaman Süleyman Çelebi’ye isnat edilmiştir. Buna karşın, kanaatimizce, Süleyman Çelebi’nin yazmış olduğu mevlid zamanla çeşitli sebeplerden dolayı değişime uğramış ve bir halk kitabı na dönüşmüştür. Zira bir müddet sonra mevlid ler artık sadece Hz. Peygamber’in doğum, miraç ve vefat hadiselerini değil, çok farklı metinleri de ihtiva etmeye başlamıştır. Üstelik bu husus sade- ce yazmalarda değil matbu baskılarda da karşımıza çıkmaktadır. Bu durum, mevlid lerin sadece törenlerde icra edilen bir eser değil aynı zamanda meclislerde okunan bir kitaba dönüştürülmek isteğinden kaynaklanmış olmalıdır. Nitekim bu bildiride “Mevlidü’n-Nebi” olarak bahsedilen ve çeşitli matbu nüshalarda bu şekilde adlandırılan metnin temeli de yine “Vesiletü’n-Necat”a da- yanmaktadır. Eserin şekline bakıldığında metinlerin baştan sona manzum, sadece mevlid duasının mensur olduğu görülmektedir. Metinler hem eserin aslında hem de derkenarında manzumdur. Manzum metinler genelde beyit halinde ve “failatün failatün failat” kalıbıyla yazılmıştır. Derke- nardaki şiirler ise muhtelif mutasavvıflara ait olup bazen beyit bazen dörtlük şeklindedir. Beyit halindeki şiirlerin vezni de çeşitlilik arz etmektedir. 1323/1905 tarihli “Mevlidü’n-Nebi” kitabına bir bütün olarak bakıldığında muhtevası hak- kında şunlar söylenebilir: Eser, “ Evvela ben bir hikâyet ideyim/Ehl-i ahbardan rivayet ideyim ” beytini ihtiva eden bir hikâyeyle başlamaktadır. İlk serlevha da bulunan ve “Hikâye-i Mevlid” adı- nı taşıyan bu bölümde mevlid in, mevlid okuma ile okutmanın, ona hürmet göstermenin fazileti ve faydaları hikâye şeklinde anlatılan bir hadiseden hareketle ifade edilmektedir. Bu hikâyeden sonra gelen “Kaside-i Mevlid”de ise insanlar mevlid dinlemeye çağrılmakta ve akabinde küçük bir başlık şeklinde yazılan “Velehu eyzan”ın altında Yunus Emre’nin “Şol cennetin ırmakları” mıs- rasıyla başlayan ilahi si gelmektedir. Bu şiirin ardından “Kasîde-i Tevhîd” ve Erzurumlu İbrahim Hakkı’ya ait bir ilahi nin zikredildiği “İbrahim Hakkı Hazretlerinin” bölümleri yer alır. “Kaside-i Tev- hid”de lailahe illallah lafzının fazileti dile getirilmekte, İbrahim Hakkı’nın ilahi sinde ise Hz. Pey- gamber’e ittiba edilmesi ve dertlerden kaçılmaması gerektiği ifade edilmektedir.

RkJQdWJsaXNoZXIy NTU4MTc2