Nasreddin Hoca Fıkralarında Ölüm ve Öte Dünya Algısı

379 Nasreddin Hoca Fıkralarında Ölüm ve Öte Dünya Algısı Türk Halk Edebiyatı tada kalarak hayata veda etme ihtimalimiz farklı bir kaygımız olarak dikkatlere sunulur. Dağda eli ayağı buz kesilince öldüğünü sanan Nasreddin Hoca, cenazesinin ortada kalacağını sanıp eşine gidip yerini haber verir ve “Ben filan yerde öldüm, konu komşu, hısım akrabaya haber ver, gelip benim cenazemi kaldırsınlar.” diyerek kaygısını gidermeye çalışır. Fıkrada dikkatimizi çeken bir başka husus, Nasreddin Hoca’nın, ölüm olayının duyurulması, cenazenin kaldırılması hakkında bilgi vererek kültürümüzün taşıyıcılığını yapmasıdır. “Ölüm olayının duyurulmasının en doğal bi- çimi, ölenin geride bıraktıklarının ağlamalarıyla olur. Diğer duyuru şekilleri ise; “ölü sahipleri ve komşular tarafından, camilerde sala verdirerek, belediye ya da muhtarlık hoparlörlerinden ‘anons’ ettirilerek, telefon edilerek, telgraf çekilerek, gazetelere ilan verdirilerek, radyo ve televizyondan yararlanarak” yapılmaktadır. (Örnek 2014: 290-293) Fıkrada Nasreddin Hoca’nın eşi, bağırarak yedi mahalleye ölüm olayını duyurur. Gürültüyü duyan gelir ve Hoca’nın vefatından haberdar olur. Nasreddin Hoca fıkrada, mizahın güldüren fakat düşündüren yönüyle insan hayatının ayrıl- maz bir parçası olan ölüm olayına her an her yerde hazırlıklı olmamız gerektiğini hatırlatmak ister. Kabir ehlinin yanından geçerken duyduğumuz korku ve kaygı, bir gün bu mekâna ait ola- cak olma duygusuyla daha da artar. Nasreddin Hoca’nın konu ile ilgili fıkrası şöyledir: Hoca, mezarlıkta soyunup gömleğini temizlemeye başlamış. Derken ansı- zın kuvvetli bir rüzgâr çıkıp gömleğini uçurunca çırılçıplak kalmış. Düşmüş göm- leğin peşine… Gömleği yakalamak için koşan Nasrettin Hoca’yı bu halde gören süvariler hemen Hoca’nın yolunu kesip: “Behey adam, demişler, hortlak gibi mezarlıkta koşuşup duruyorsun? Senin yüzünden az daha atlarımızdan aşağı yuvarlanacaktık! Hoca bakmış pabuç pahalı, şöyle demiş: “Oğullarım, benden ne istersiniz, ben ölüyüm, dünyamı terk etmiş bir kişi- yim…. Öteki dünyayı kirletmeyeyim diye yola çıkmıştım, sonra da mezarıma gire- cektim, benim dünyalı kişilerle alışverişim yok…” Süvariler atlarını mahmuzladık- ları gibi oradan uzaklaşmışlar . (Tokmakçıoğlu 2004: 169) Mezarlıktan geçmek veya ölü insan görmek bir gün sıranın bize de geleceğini düşündürür. Aslında mezarlıklar, bireyleşme yolculuklarımızda sık sık ziyaret edip kendine dönüşün yollarını bulabileceğimiz kutsal mekânlardır. Fıkrada süvariler, kolayca can almalarına karşılık can veril- mesi istendiğinde ölümden kaçmakta, ölülere karışanların dünyalılarla konuşma çabasıyla ürk- mektedir. Zamansız gelen ölümler, yapılan vedalar, hazırlıksız göçler, bize ölümün soğuk yüzü olarak görünmekte ve bizi korkutmaktadır. Bütün bu korkuların temelinde, ertelenen yarınlara bıraktığımız eksiğimizi tamamlayamadan bu dünyadan ayrılma düşüncesi yatmaktadır. Ölüm, bir anlamda yeniden doğuştur. Fıkralarda Nasreddin Hoca, ölümle bağlantılı olarak, merkez simgeciliği üzerinde de durduğu görülür. Konu ile ilgili fıkra şöyledir: Hoca bu, her şeyi bilecek ya… Bir gün ‘Pat!’ diye soruverirler: “Hocam, söyle bakalım; dünyanın ortası neresidir?” O hiç beklemeden ce- vap verir: “İşte burası, benim bulunduğum yer…”

RkJQdWJsaXNoZXIy NTU4MTc2