Nasreddin Hoca Fıkralarında Ölüm ve Öte Dünya Algısı

372 Ebru ŞENOCAK T.C Kültür ve Turizm Bakanlığı Nasreddin Hoca ölünce onu mezara koyarlar. Halk dağıldıktan sonra Mün- kir ve Nekir gelip, ona sorular sormaya başlar. Nasreddin Hoca: “Bir akçe verin de söyleyeyim.” der demez, bir topuz yer. Buna rağmen, vurdumduymaz bir şekilde: “Hay canım, bir iş edin ki biri dahi gelsin.” der. (Arslan-Paçacıoğlu 1996: 150) Fıkrada Nasreddin Hoca, günlük hayatımızın sıradan ve öteki insanlarının öte dünyadan habersiz sürdürdükleri yaşamlarını, mekânın sonsuzluğuna taşıyıp canlandırırken ironinin sihirli dokunuşlarıyla eleştiride bulunur. Ölüm ile ulaşacağımız öte dünya, ilahî adaletin hâkim olduğu bir âlemdir. Adaletin keskin kılıcı olan ölüm, bu dünya yaşantısının bütün eksik ve yanlışlarını tersine çeviren ayna gibidir. Yalan dünyanın rüşvetle halledilen işlerine, gerçek âlemde yer yok- tur. Nasreddin Hoca, sorgu sual meleklerine rüşvet karşılığında cevap vereceğini söylerken ve topuz yiyip “Hay canım, bir iş edin ki biri dahi gelsin.” derken, sosyal hayatın hızla artan rüşvet alma/verme hastalığını eleştirel bir şekilde gözler önüne serer. Fıkrada ayrıca, ölüm karşısında tek silahımız olan mizah ile içinde bulunulan duruma düşme ihtimalimiz kurgulanır. Böylece sığı- nağımız olan alay ve gülme ile ölüme meydan okuyarak ölüm karşısında durabilme gücümüzün sınırları aşılır. Nasreddin Hoca, fıkralarında, öldükten sonra konaklayacağımız mekânın nasıl bir yer ol- duğu konusunu da ele alır. Konu ile ilgili fıkra şöyledir: Nasreddin Hoca ile oğlu yolda giderken bir cenazeye rastlarlar. Kadının biri ölünün ardından şöyle ağıt yakar: “Ah bir tanem, bir elin yağda, bir elin balda idi, yediğin önünde yemediğin ardında idi!.. Bütün bunları bıraktın şimdi tam takır kuru bakır bir yere gidiyorsun!” Oğlu o sırada babası Nasreddin’i dürterek: “Baba duydun mu? Cenazeyi bizim eve götürüyorlar.” der. (Tokmakçıoğlu 2004: 308) Fıkrada, cenaze sahibinin “bir elin yağda, bir elin balda idi, yediğin önünde yemediğin ardında idi.” şeklinde ardından seslendiği eşine, sahip olduğu nimetlerin bulunmadığı bir tükeniş mekânına göçünü vurgulaması, ölümün hafızalarımızdaki soğuk yüzüdür. Karanlık, tek başınalık, kaçamamak, kendinle ve yaptıklarınla baş başa kalıp hesaplaştığın mekân olarak kabir, korku- tucu ve ürkütücüdür. Her ne kadar keşmekeşli, gel-gitli bir hayat yaşasak da halk arasında “ Nal ile mıh arasında ” şeklinde tanımlanan kabir hayatı, insanoğlunun gitmek istemediği korkulu rü- yasıdır. Fıkrada, cenazenin götürüldüğü kabrin “tam takır, kuru bakır” ifadeleriyle tanımlanması, Nasreddin Hoca’nın oğluna, kendi evlerini çağrıştırır. Dünya hayatında pek çok nimetten yoksun bir evin, öte dünya âlemindeki kabir ile eş değerde görülmesi, zıtlıkların oluşturduğu mizah olarak insanı güldürür. Kelimelerle yaratılan bu mizah aynı zamanda, öte dünyanın bu dünyadan farkı yok düşüncesiyle, ölüm karşısında kişinin kendisini üstün kılmasını sağlar. Ölüm, hesabını dahi yapamadan sevdiklerimizden ayrılış ve kırdığımız kişilerle barışma

RkJQdWJsaXNoZXIy NTU4MTc2