Nasreddin Hoca Fıkralarında Ölüm ve Öte Dünya Algısı

375 Nasreddin Hoca Fıkralarında Ölüm ve Öte Dünya Algısı Türk Halk Edebiyatı derecesini azaltmayı hedefler. Aynı kaygıyı kendisi de zaman zaman çeken Nasreddin Hoca, eğlence kelimesinin uyandırdığı olumlu anlam ile ölümün acımasızlığıyla rahatça alay ederek bu kaçınılmaz sona mizahî-trajik olarak yaklaşır. Sevdiklerimizi kaybediş sonrası duyduğumuz üzüntü, geleneksel anlamda kültürümüzde “akları çıkarıp karalar bağlama” şeklinde ifade edilir. Konu ile ilgili fıkra şöyledir: Bir gün Nasreddin Hoca siyah renkli elbiselerini giyip sokağa çıkar. Onu bu kıyafetiyle görenler merakla sorarlar: “Hayırdır Hocam, bu ne kıyafet böyle?” “Sen hiç böyle giyinmezdin!” “N’oldu güzel yeşil cübbene?” Hoca bakar ki sorular uzayıp gidecek ne yapsın, kısaca cevaplandırıverir: “Sormayın, oğlumun babası öldü de onun yasını tutuyorum.” (Sakaoğlu 2005: 119). Fıkrada, yas alâmeti olarak Nasreddin Hoca’nın yeşil elbiseyi çıkarıp siyah renkli bir elbise giydiği görülür. “Oğlumun babası öldü de onun yasını tutuyorum.” şeklindeki ifadeleriyle Nas- reddin Hoca, oğlu ile münakaşa sonrası kırgınlığına, sevgi ve şefkate olan ihtiyacına gönderme yapar. Nasreddin Hoca farklı bir fıkrasında, yas renginin siyah olduğunu şöyle ele alır: Hoca’nın tavuğu kaybolmuş. Aramış, aramış bulamamış. Bir ufak siyah bez parçası alıp, kümesteki piliçlerden birinin boynuna geçirmiş. Sormuşlar: “Bu nedir Hoca?” “Anasının” demiş, “yasını tutuyor!” (Tokmakçıoğlu 2004: 199) Söz konusu fıkrada Nasreddin Hoca, mizahın gücü ile âdetlerimizin nesilden nesile zevkle okunarak günümüze kadar taşınmasına hizmet eder. Nasreddin Hoca fıkralarında, kabir, Münkir-Nekir, ahiret ehli olmak, kıyamet, cennet-ce- hennem, ölüm duası vb. gibi kavramlarla dünya ve öte dünya algısını ele alır. Kısacık hayatları- mızda anlamlı bir şekilde yaşayıp ölümle yeniden doğabileceğimizi, mizahın ardından seslenerek okuyucuya/dinleyiciye ulaştırmaya çalışır. b. Ölüm kaygısı ve korkusu Hayat, son durağın ne zaman olacağını bilmeden yol alırken anlamlı yaşlanabilmektir. Dünyaya ölümle alınmak üzere bırakılan insan, bilinmezliklerle dolu sona nasıl, nerede ve ne şekilde yakalanacağını düşündükçe kaygı ve korkuları artar. “Kaygı, kişinin kendisini korkutan şeyi arzulamasıdır, bir duygudaş karşıt doğalılıktır (sympathetic antipathy); kaygı, bireyi sıkıca kavrayan yabancı bir güçtür ve insan kendisini ondan koparamaz ve koparmak da istemez; çünkü

RkJQdWJsaXNoZXIy NTU4MTc2