Sözlü Gelenekten Elektronik Ortama Halk Hikayelerinde Anlatıcı Tipolojisi

488 Prof. Dr. Ayşe YÜCEL ÇETİN T.C Kültür ve Turizm Bakanlığı edilerek anlatılmaktadır. Bütün bunlar göstermektedir ki hikâyenin üretiminden tüketimine kadar musannif/anlatıcı-dinleyici-okuyucu, metnin nasıl olacağını belirlerler. Belirlenen bu unsurlarda hikâyenin kurmaca evreni içinde vakaları hedef kitle olan okuyucu/dinleyici/izleyici kesimine aktaran anlatıcı da bulunmaktadır. Sözlü kültür ortamında yaratılan anlatılar (destan/hikâye), yazılı kültür ortamında metin olarak ifade edilir. Ancak sözlü kültür ortamında icra edilen hikâye, anlatan ve dinleyen arasında- ki iletişim dikkate alındığında sosyal bir olay, bir gösterim olarak değerlendirilerek (Yücel Çetin 2016:39) metin ve müzik unsurlarıyla şekillenir. Sözlü gelenekte yaratılan ve icra edilen ürünleri, gösterim unsurlarından soyutlayarak yazılı edebiyat geleneğindeki kurgulanmış metinden iba- ret saymak, iletişim ve sösyal çevreyi gözardı etmek, dolayısıyla bu unsurlar arasındaki ilişkiyi de dikkate almamaktır. Sözle yaratılıp aktarılan sözlü kültür ortamının ürünleri anlatıcı-dinleyici arasındaki canlı bir iletişim ortamından doğar. Bir sosyal olay-gösterim olarak değerlendirilen sözlü anlatım ürünleri (halk hikâyesi); gelenek, anlatıcı, dinleyci çevresi, metin ve müzik (Görkem 1998:108) unsurları üzerine bina edilmiştir. Dolayısıyla anlatının şekillenmesinde dinleyiciyle an- latıcının özellikleri ve fonksiyonları öne çıkar. Türk dünyasında çeşitli adlarla ifade edilen “anlatıcı” Anadolu sahası halk edebiya- tı geleneği içinde 15. Asırdan itibaren “âşık” olarak adlandırılmıştır (Yücel Çetin 2016:42). İlk destan anlatıcı tipinde efsanevî şahsiyetiyle Korkut Ata (Yıldırım 1998:152) örneği bugün de Türk boylarında anlatıcının kimliğinde ortak özellikleri korumaktadır. Geleneğin bütün unsurlarını öğrenen usta anlatıcı/ hikâyeci, hafızasında olanı irtical ve dinleyici bağlamında kompozisyo- na dönüştürür. Hikâyeyi dinleyici karşısında anlatırken yorumlar, yeni anlamlar yükler, canlan- dırır kahramanın yerine geçen bir aktör gibi davranır (Fedakar 2006:221; Nutku 1997:58; Çetin 1986:40; Azadovski 1992:25). Anlatıcının kahraman ile özdeşleşmesinin “icranın içine işleme” (Reichl 2002:122) olarak adlandırılması anlatıcı- dinleyici bütünleşmesinin de ifadesidir. Gös- terim boyunca etkileşim halinde olan anlatıcı dinleyici ve metin arasında güçlü bir bağ oluşur. Sözlü-yazılı metin bu durumda anlam kazanır. Hatta hikayenin yeniden yaratılmasına da zemin oluşturur. Hikâyenin kurmaca evreni içinde, sadece metne ait soyut/hayalî varlık olan anlatıcı, met- nin dışında kalan musannif, anlatıcı, yazar, dinleyici huzurunda yazılısından okuyan okuyucu gibi gerçek dünyaya ait olanlardan ayrı düşünülmelidir. Bir anlatıcı tarafından anlatılan hikaye, anlatıcı aynı veya farklı formda olsa da hikâyedeki anlatım üç tarzda gerçekleşir. Bunlar, sözlü kültür ortamında sözlü aktarım yoluyla, anlatma-din- leme; yazılı kültür ortamında yazma-okuma, yazılısından okuma; üçüncü ise, elektronik kültür ortamının getirdiği teknolojik vasıtalarla sesli-görüntülü/ sesli anlatımdır. Halk hikâyelerinin mümkün olduğunca anlatı formu korunmak suretiyle yazıya aktarılması matbaanın Türkiye’de 19. Yüzyıldan itibaren yaygın olarak kullanılmasıyla birlikte görülür. Cum- huriyet döneminde, halk hikâyelerinin de içinde bulunduğu anlatım esasına bağlı eserler yeniden modernize edilmeye çalışılmış; bu çerçevede hikâye metinleri yeniden düzenlenmiş, yazılmıştır. Halk hikâyelerinin yazıya geçirilmesi ve basılmaya başlanması 1800’lü yılların ortalarından sonra modern Türk romanının ortaya çıkmasıyla olmuştur (Boratav 1982:312). Halk hikâyelerinin ya-

RkJQdWJsaXNoZXIy NTU4MTc2