Uygur Türklerinde Bazı Maddi Kültür Olguları ve Bunların Dini Siyasi Sosyo-Kültürel İşlevleri

68 Doç. Dr. Fatih BAKIRCI T.C Kültür ve Turizm Bakanlığı Kėyip başı ijġ a zāhid-āne destār / Ǿ Abesdür šā Ǿ ati ij de ger riyā bar (S-GB 1666) TT. Başına zahitçe (bir) sarık giymiş(sin). Kulluğunda riya var(sa) (yaptıkların) boştur (Ba- kırcı 2015: 338, 436). Günümüz Uygur Türkçesinde kullanılan sipaç “taç, sarık” sözcüğü Salahi’nin Gül ü Bül- bül ’ünde de geçmektedir. Eserin 17. yüzyıla ait olduğu dikkate alındığında sipaç ın Doğu Türkçe- sinde daha erken dönemlerde kullanıldığı söylenebilir. Gül ü Bülbül ’de yalancı ve riyakar olarak nitelendirilen Hüdhüd’ün ibiğinden mülhem metaforik olarak kullanılmış bir maddi kültür ögesidir. Sipaç ın, dönemin ve bölgenin dini tiplerinden zahit lere özgü bir sembol olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü bölgede Saidiye Hanlığı’ndan itibaren Nakşibendi tarikatına bağlı iki ayrı kolun mücadele- leri görülür. Bölge halkının dini duyguları, manevi ve maddi yönleri nedeniyle Nakşibendî tarikatı ya da bu bölgedeki yaygın adıyla “İşançılık” 2 hızlı bir şekilde yayılırken, Abdullah Han ve oğlu Yolbars Han ile Abdüllatif Han ve İsmail Han arasındaki taht mücadelelerinde tarikat mensupları- nın da kendi çıkarları doğrultusunda farklı hanlara destek verip ikiye bölünmeleri, Nakşibendiliğin Doğu Türkistan’da iki önemli kolunun oluşmasına neden olur (“Hocalar Devri” öncesi Saidiye Hanlığında yaşanan siyasî olaylar ve hocaların rolü ve çekişmeleriyle ilgili ayrıntılı bilgi için bk. Almas 1984, Buğra 1987). Mahdum-ı Azam’ın büyük oğlu Hoca Muhammed Emin Kalan (İşan Kelân)’ın oğulları Afakiyye veya Aktağlık (Akdağlı) adıyla, dördüncü oğlu Hoca Muhammed İshak Veli’nin oğulları ise İshakiyye veya Karatağlık (Karadağlı) adıyla, ayrı görüşler savunan iki dini grup olarak kıyasıya mücadeleye girmeleri ülkeyi yeni bir döneme sürükler. Hanlığın bu dikkat çekici siyasi tarihi ve toplumsal yapısı, bölgenin kültür ve edebiyat ürünlerine de yansımış ve si- paç “sarık” gibi zahitlerle özdeşleşen giysiler, Salahi’nin Gül ü Bülbül ’ünde zahit Hüdhüd’ün sarığı olarak karşımıza çıkmaktadır. şedde “boncuk, küre; dizi, sıra” (<Ar. şedde; YUyg. şedde هش هدد “mescidlerniñ peştaķlırı üstige mihrabçe şeklide ķoyul ġ an xış” İL 776a; هدش shadah Shaw 1880: 133). Eger bāver ķılmasa ij lar, duyul ġ aları ijġ a temāşā ķılı ij lar! Alem birle tu ġ lar şeddesi ġ a baķı ij- lar, dėp anda ġ ėttiler kim barça duyul ġ alarnı urup yėrge yumalattı, barça tu ġ lar şeddesini pāre pāre ķıldı. TT. Eğer inanmasanız, miğferlerinize bakınız! Sancak ve tuğlar< ın > boncuğuna ba- kınız!” deyince şöyle yaptı: Bütün miğferleri vurup yere yuvarlattı, bütün tuğlar< ın > boncuğunu paramparça yaptı (ÖBaki-FŞ; Bakırcı 2016: 150-151, 198). Arapça kökenli sözcük, günümüz Uygur Türkçesinde yaşayan ve takip edebildiğimiz ka- darıyla 18. yüzyıldan itibaren Doğu Türkçesinde “boncuk, küre; dizi, sıra” anlamlarıyla kullanıl- maktadır. Ömer Baki’nin Ferhad ü Şirin ’inde Ferhad, düşmanlarına meydan okuma adına tuğların şeddelerini paramparça eder. Bu maddi kültür ögesinin Türk kültüründe alem le birlikte bir alplık simgesi olarak kullanıldığı bilinmektedir. Emel Esin, İlhanlı devrine ait bir kitap sayfasında Hakanlı alplarından İlik Buğra Han’ın bayrağı ve bayrağındaki alem resmedilirken alemin, moncuk üzerine oturtulmuş iki başlı evren 2  “İşan”, “Türkistan’da din öğretmenlerine verilen unvan” İL 1337b; “Türkistan ve İdil havzası Türklerinde “sufi, kerâmet sahibi, velî” anlamlarında, ulema ve şeyhlere verilen bir unvandır. Orta Aysa kaynaklarında tarikat başkanlarının isimlerinin yerine “İşan”, “Pir” adları da kullanılmıştır” (OSMANOV 1997: 186).

RkJQdWJsaXNoZXIy NzMzNDcy