Bir varmış bir yokmuş. Bir ülkenin yaşlı bir padişahı varmış. Bunun iki de geçimsiz oğlu varmış. Padişah ölüm döşeğinde yatarken oğulları taht kavgasına düşmüşler. Bir gün padişah oğullarını çağırıp: -Ne duruyorsunuz? Gidip derdime bir çare arayın demiş. Bunun üzerine iki kardeş düşmüşler yola... Az gitmişler uz gitmişler... Yorulup bir kuyunun başında konaklamışlar. Yiyip içtikten sonra babaları ölünce kimin başa geçeceğini tartışmaya başlamışlar. Büyük oğlan bir fırsatını bularak kardeşini kuyuya itmiş. Saraya dönerek, ormandan geçerken kardeşinin kurtlar tarafından yendiğini; kendisinin ise canını zor kurtardığını söylemiş.
Küçük oğlanın atıldığı kuyu dipsiz bir kuyuymuş. Düştükten sonra saatlerce baygın yatmış. Kendine gelince karşısında ak sakallı bir ihtiyar bulmuş. İhtiyar: -Yavrum, sen burada ne arıyorsun? Bu kuyuya düşen bir daha yeryüzüne çıkamaz demiş. Oğlan başından geçenleri anlatarak yardım istemiş. İhtiyar oğlana acıyarak: -Sen cesur ve yiğit bir delikanlıya benziyorsun. Hiç merak etme seni buradan kurtaracağım demiş. Sakalından iki tel koparıp vermiş. “Bunları birbirine sürttüğün zaman biri ak, biri kara iki at gelir. Ak ata binersen yeryüzüne çıkarsın; kara ata binersen yedi kat yerin altına inersin” deyip ortadan kaybolmuş. Oğlan kılları birbirine sürtünce biri ak, biri kara iki at gelmiş. Oğlan ak ata bineceği yerde yanlışlıkla kara ata binince yedi kat yerin altına inmiş.
Burası yer altı ülkesiymiş! Bir süre dolaştıktan sonra karnı acıkır ve bir evin kapısını çalar. Bir nine çıkar kapıya ve oğlan: -Beni konuk alır mısın? diye sorar. Nine: -Alamam, çünkü senin kim olduğunu bilmiyorum diye yanıt vermiş. Oğlan cebinden bir altın çıkararak: -Bunu versem alır mısın? der. Nine altını görünce oğlanı kabul eder. Yemek yaparak yedirir. Oğlan su isteyince: -Suyumuz yok! Kocatepe’deki dev suyumuzu bırakmıyor. Haftada bir gün genç bir kızla bir tepsi yemek gider. Dev bunları yiyinceye dek suyu bırakır. Biz de bu sırada kaplarımızı doldururuz. Bir hafta boyunca bu su ile idare etmeye çalışırız. Şimdi suyumuz yok. Yarın günümüz. Padişahımızın kızı ile beraber bir tepsi yemek gidecek; dev de suyu bırakacak.
Oğlan bunları duyunca ertesi gün deve giden yolda beklemeye başlamış. Kız başında yemek tepsisi ile görünmüş. Oğlan kıza nereye gittiğini sorunca kız durumu anlatmış. Oğlan “yoldaş olalım” diyerek kızın yanına düşer. Devin yanına yaklaşınca bir yere gizlenerek kızı takip eder. Dev önce yemekleri yemiş. Sıra kıza gelince oğlan saklandığı yerden çıkarak devi öldürmüş. Kız devin kanına batırdığı elini oğlanın sırtına bastırmış ve sevinç içinde babasına koşmuş. Olanlardan habersiz olan babası: -Niçin geliyorsun, kızım. Bizi susuzluktan öldürecek misin? diye bağırmış. Kız babasına durumu anlatmış. Babası bu işe çok sevinmiş. O genci bulabilmek için ülkenin tüm gençlerinin sarayın önünden geçmesini emretmiş. Kızını da balkona oturtarak devi öldüren delikanlıyı göstermesini istemiş. Bu sırada devi öldüren yiğit, büyük bir ağacın altında uyumaktaymış. Bir ses duyarak uyanmış. Baksa ki, bir yılan ağaca çıkıyor, yuvadaki yavrular ötüşmeye başlamış. Hemen kalkıp yılanı öldürmüş ve yeniden uykuya dalmış.
Bir süre sonra Zümrüdüanka kuşu yuvasına dönmüş. Ağacın altında uyumakta olan delikanlıyı görünce: “Demek ki, yavrularımı yiyen adam buymuş” diyerek yerden kocaman bir taş almış ve üzerine atmak istemiş. Yavrular bağrışarak: “O, bizi yılandan kurtardı" demişler. Zümrüdüanka kuşu taşı yere bırakarak oğlanı uyandırmış. -Yiğit, yavrularımı yılandan kurtarmışsın. Dile benden ne dilersen demiş. Oğlan: -Senin gibi bir kuştan ne dilenir diye sormuş. Derdini anlatıp derman dilemiş. Yeryüzüne çıkmak istediğini yana yakıla anlatmış. Zümrüdüanka kuşu da: -Bana kırk tuluk et, kırk tulukta su getirirsen seni yeryüzüne çıkarırım demiş. Oğlan istenenleri bulmak için konuk olduğu ninenin evine gitmiş. Nine oğlana padişahın kendisini aradığını, hemen gidip sarayın önünden geçmesini istemiş. Oğlan sarayın önünden geçerken kız babasına: “Devi öldüren yiğit bu”, diyerek onu göstermiş. Padişah oğlanı çağırarak kızı ile evlenmesini istemiş. Oğlan: -Bana kırk tuluk etle kırk tuluk su verirseniz kızınızla evlenirim demiş. Padişah oğlanın koşullarını kabul ederek istediklerini hazırlamış. Oğlan kızı koluna takıp yürümüş. “Tulukları da askerler getirsin” demiş. Zümrüdüanka kuşunun bulunduğu ağacın altına varınca oturup beklemeye başlamışlar.
Zümrüdüanka kuşu gelince kırk tuluk etle kırk tuluk suyu kanatlarına yerleştirmişler. Zümrüdüanka kuşu: -Ben “çak” dedikçe et; “cuk” dedikçe su verirsiniz diyerek havalanmış. Yeryüzüne yaklaştıkları zaman et bitmiş. Oğlan bacağından bir parça et keserek ağzına atmış. Kuş bunun insan eti olduğunu anlayarak yememiş. Vedalaşıp ayrılırlarken Zümrüdüanka oğlanın topalladığını görmüş ve -Niçin topallıyorsun diye sormuş. Oğlan susunca, Zümrüdüanka dilinin altındaki et parçasını çıkararak yerine yapıştırmış ve uzaklaşıp gitmiş. Oğlanla kız doğruca saraya varmışlar. Babası hâlâ ölüm döşeğinde yatıyormuş. Oğlunun ölüm haberine ne denli üzüldüyse, dönüşüne de o denli sevinmiş! Hele onun güzel bir kızla döndüğünü görünce sevinci daha da artmış. Ağabeyi, korkusundan ülkeyi terk etmiş. Padişah tahtını ve tacını küçük oğluna bırakmış. Ülkedeki tüm yoksullara birer altın vermiş. Oğluna da kırk gün kırk gece düğün yaparak mutluluğuna mutluluk katmış. Onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine.
Kaynak: 20.08.2014 tarihinde AKÜ Afyonkarahisar Kütüğü kitabından alınmıştır.