“Bir varmış, bir yokmuş, vakti zamanında, bir annenin bir babanın bir kızları varmış. Kız biraz büyüdükten sonra annesi ölmüş ve yerine bir analık gelmiş. Bu kadın evin bir odasının anahtarını kıza vermezmiş. Bu kendine mahsus odaya girer, aynanın karşısına geçer şu suali sorarmış: Ayna, ay mı güzel? Gün mü güzel? Sen mi güzel? Ben mi güzel? Aynada: ayda güzel, günde güzel bende güzel, sen de güzel dermiş. Bir gün kız bu odanın anahtarını alarak, kadının haberi olmadan girmiş. Bakmış ki hiçbir şey yok, sadece bir ayna var. Belki bir kimse görür diye hemen çıkmış. Ertesi gün analığı yine aynanın karşısına geçmiş. Ayna ay mı güzel, gün mü güzel? Sen mi güzel? Ben mi güzel? deyince aynada: ayda güzel, günde güzel, ben de güzel, sen de güzel, amma ille Dürdâne güzel demiş (kızın adı da Dürdâne imiş). Analık bunu duyar duymaz vay bu kız buraya nasıl girdi, demek o benden güzel bu kızı evden ayırmalı diyerek hemen bir cadı karı bulmuş. Aman şu benim kızı evden uzaklaştır da nereye bırakırsan bırak demiş. O da, bire hanım bundan kolay ne var. İstersen hemen şimdi götürüyüm demiş ve kızın yanına gelmiş. Annen izin verdi, haydi seninle çiçek toplamaya gidelim diye kandırmaya başlamış. Kız gitmem diye ısrarda bulunmuşsa da cadı karıya lâf anlatamamış ve yola çıkmışlar. Şehirden bir hayli uzaklaştıktan sonra cadı karı: Kızım sen burada dur, ben şu dağın ardına kadar gideceğim, gelir seni alırım sakın kendi başına dönme diyor, Cadı karı gözden kayboluyor ve bir daha da dönmüyor. Kızcağız bekleye bekleye akşam ediyor. Hava kararmaya başlayınca etrafına bakınıp bir tarafa yönelip rastgele ilerliyor. Az gidiyor, uz gidiyor, ortalık iyice kararıyor. Korka korka ilerlerken bir ışık görüyor. Bir köy olduğunu sanarak ışığa doğru koşuyor. Yaklaşınca ne görsün koskoca bir konak, fakat kapısı yoktur. Sadece küçük bir delik var oradan da bu ışık sızmaktadır. Geceyi bu konağın bir kenarında geçiriyor. Bu konak yedi kardeşlerinmiş. Sabahları çok erken kalkar dağa çalışmağa giderlermiş. Kız evden çıktıklarını görünce hemen bir yolunu bulup konağa girer. Yukarı çıktığında şaşırıyor. Dayalı döşeli muhteşem bir ev. Yedi odası var, yedisinde de karyolalar kurulu, mutfakta her şey var. Hemen peşini beline dolayıp ocağa geçiyor. Yemekleri pişirip yedişer tabağa bölüyor. Sofraları hazırlayıp yedi kardeşi bekliyor. Yalnız onlar geleceği sırada bir tarafa gizleniyor. Kardeşler geliyor, ortalığın temizliğini, yemeklerin hazır bir vaziyette kendilerini bekleyişini görünce şaşırıyorlar. Bu hal bir hafta devam ediyor, nihayet bu işin sırrını öğrenmek için küçük kardeşlerini evde bırakıyorlar. Çocuk bir tarafa geçip olan biten işi seyrediyor, bundan habersiz kız her günkü gibi işine başlıyor, bitirip yerine giderken küçük oğlan bileğinden yapışıp: -İn misin, cin misin? -Ne inim, ne cinim seni, beni yaratanın kuluyum. Akşam kardeşler gelmiş ve kızı kendilerine bacı etmişler. Evde yalnızlıktan sıkılmasın diye ona bir de kuzu almışlar. Kız bütün gün bununla eğlenip yaşamaya başlamış. Gelelim analığa: Kız evden ayrıldıktan sonra bir gün yine aynasının karşısına varmış: Ayna, ay mı güzel? Gün mü güzel, Sen mi güzel, Ben mi güzel? Ayna da: Ay da güzel, Gün de güzel, Sen de güzel, Ben de güzel, İlle Dürdâne daha güzel deyince, vay bu kız hâlâ yaşıyor mu demiş ve cadı karıya koşmuş. O da hemen bir avulu çörek yaparak küpe binip kızın yaşadığı konağa varmış. Delikten: Kızım Dürdâne Anan sana çörek gönderdi. Yeni pişirdiler, sensiz zavallının boğazından geçmedi, gel de al diye bağırıyor. Bu sesi duyan Dürdâne hemen koşuyor. Çok sevdiği çöreği alıp bir parçasını ikram olmak üzere sevgili kuzusuna veriyor. Bir müddet sonra hayvan düşüp ölüyor. Bunu görünce şaşırıp kederinden ağlıyor. Akşam kardeşleri gelince kuzunun öldüğünü ve çöreği gösteriyor. Kardeşleri bir daha o cadı karının getireceği bir şeyi yeme ve içeri de alma diyorlar. Aradan yine bir hayli vakit geçince anası aynanın başına varıyor: -Ay mı güzel, Gün mü güzel, Ben mi güzel, Sen mi güzel? - Ay da güzel, Gün de güzel, Sen de güzel, Ben de güzel, İlle Dürdâne daha güzel vay kafir kız hâlâ yaşıyor deyip cadı karıya koşuyor. Bu defa da bir sihirli yüzük alıp yine kızın konağına varıyor. Delikten: Kızım Dürdâne ne yapıyorsun, seni görmeğe geldim diye bağırıyor. Kız bu sesi duyunca hemen kardeşlerinin tembihini unutup koşup geliyor. Cadı karı, al bak sana güzel bir hediye getirdim, ne güzel bir yüzük diyor. Kız derhal alıp parmağına yerleştiriyor. Cadı karı ayrılırken kız da hemen düşüp ölüyor. Akşam kardeşleri gelip, kızı ölü bulunca müteessir oluyorlar. Hemen üstüyle başıyla bir tabuta koyup, bir devenin üzerine yükleyerek dağa götürüp deveyi başıboş salıveriyorlar. Deve yayıla yayıla bir dağın başına geliyor. O sırada ava çıkan bir padişah bu deveyi uzaktan görüyor. Vezirine varıp şu avı yakalayalım, üstündeki malsa sana, cansa bana diyor. Derhal koşup deveyi yakalıyorlar. Tabutu açtıklarında birde ne görsünler ay gibi bir kız. Hemen vezir üzerindeki elbiseleri alıyor. Padişah parmağında bir de yüzük var, onu da al diyor. Vezir yüzüğü kızın parmağından çıkarır çıkarmaz, kız silkinip kalkıyor. Ve başından geçeni padişaha anlatıyor. Padişah tahtına dönünce kırk gün, kırk gece, düğün yapıp kızı alıyor. Üç tane çocukları dünyaya geliyor, mesut bir hayat geçiriyorlar. Yine bir gün anası, aynanın karşısına varıp: -Ay mı güzel, gün mü güzel, -Sen mi güzel, ben mi güzel, -Ay da güzel, gün de güzel, -Sen de güzel, ben de güzel, -İlle Dürdâne daha güzel Kadın asabiyetinden çıldırıyor. Demek hâlâ bu kâfir kız yaşıyor ha, deyip yola çıkıyor. Az gidiyor, uz gidiyor, kızın köşküne ulaşıyor. Padişahla, sultan pencereden dışarıyı seyrediyorlarmış. Birde bakıyorlar ki bir kadın kapıda içeri girmek için kapıcılara lâf ediyor. Kız derhal analığı tanıyor, içeri almak istemiyor. Lâkin padişah kabul ediyor. Kadın bin bir dille kendini padişaha sevdiriyor. Aradan birkaç gün geçince, padişahım müsaade edersen kızımla bir hamama gidelim diyor. O da hayhay gidebilirsiniz cevabında bulunuyor. Kadın hamamda kızı yıkarken başına bir iğne batırıyor, kız derhal bir kuş olup uçuyor. Kadın kızın elbiselerini giyip, kendini ona benzettikten sonra evin yolunu tutuyor. Padişah, annen nerede deyince, artık evine gitti diyor. Kız hamamdan çıktıktan sonra gelip sarayın bahçesindeki ağaçlardan birine konuyor ve bahçıvana bağırıyor: -Padişah uyuyor mu, uyanık mı? -Uyuyor -Uyusun, uyanmasın, Koynundaki Arap karısına doymasın, Benim geldiğimi söylemezsen, Konduğum dallar kurusun, Uçar gider, bahçıvan unutur söylemez bu ağaç kurur. Üç gün devam eder ve üç ağaç kurur. Bir gün padişah bahçeye iner, üç ağacın kuruduğunu görür, bahçıvandan sorar. O da derhal kuşun sözlerini hatırlayarak padişaha olanı anlatır. Padişah merak eder gece kuşu bekler. Kuş yine gelip aynı şekilde ötmeğe başlayınca hemen tutar, bir kafese kapatır. Kadın kuştan şüphelenir, öldürmek istese de muvaffak olamaz. Çocuklar ve padişah bütün gün kuşla meşgul olurlar. Severken gözlerine kafasındaki iğne ilişir. Tutar kafasından çıkarırlar. Kız hemen silkinip eski halini alır ve kadının fenalığını anlatır. Padişah asabileşir, kadını huzuruna çağırarak: -Keskin kılıca mı, yoksa kırk katırın kuyruğuna mı razısın? -Keskin kılıç Dürdâne’nin boynuna insin, kırk katıra binerde memleketime giderim. Kadını kırk katırın kuyruğuna bağlar salıverirler. Dağa taşa çarpa çarpa her parçası bir yerde kalır. Padişahla, kız da yer, içer muratlarına geçerler.”
KAYNAKÇA: 2011 Yılı Sivas İl Kültür ve Turizm Envanteri, Sivas Valiliği Kültür ve Turizm Müdürlüğü, Sivas, 2011.