Anadolu’nun güneybatısında yaşamış olan Karialılar için Labraunda oldukça önemli bir kült merkeziydi. Çift baltalı Tanrı Zeus Labraundos kültünün kökeninin su kaynağı ve tapınak terasının hemen üzerindeki büyük kayaya dayanmış olması muhtemeldir. En erken buluntular Erken Tunç Çağ’a aittir, ama ilk tapınak M.Ö. 6. yy’a aittir. O evrede kutsal alan küçük bir tapınağa sahip bir teras ve çınar ağaçlarından oluşan bir koruluğa sahipti. Perslere karşı isyan eden Miletoslulara katılmış olan Karialılar M.Ö. 497 yılında burada bir savaşa katılmış ve kötü bir yenilgiye uğramışlardır.
Fotoğraf: Melike Nilüfer Dikmen
M.Ö. 4'üncü yüzyıl ortalarında Karia Satrapı Kral Maussollos (M.Ö. 377-352) Labraunda’yı bir aile kutsal alanı haline getirmiştir. O ve kardeşi Idreieus (M.Ö. 351-344) Zeus Tapınağı, iki büyük Andron (dinsel yemek salonları), Kuzey Stoa, Oikoi Yapısı, Güney Propylon (geçit yapısı) ve Dorik Yapısı inşa ettirmişlerdir.
Kutsal alana Mylasa’dan (Milas) başlayan Kutsal Yol olarak adlandırılan 8 metre genişliğe sahip taş kaplamalı bir yolla ulaşılmaktaydı.
Kutsal alanda her yıl beş gün süren dinsel bayramlar kutlanıyordu, bu bayramların birinde M.Ö. 355 yılında Maussollos bir suikast girişiminden kıl payı kurtulmuştur.
Fotoğraf: Melike Nilüfer Dikmen
Antik çağda güneybatı Anadolu’da yaşayan halka Karlar veya Karyalılar deniyordu. Bu halk, komşuları Likyalıların diline akraba olan Hint-Avrupa kökenli kendi dillerini yani Karca konuşuyordu. Karya adı verilen ülkeleri kuzeyde Büyük Menderes, doğuda Dalaman Çayı (antik İndos) ile sınırlanıyordu. MÖ 546’dan itibaren Karya, Pers İmparatorluğu’na bağlıydı ve İran-Persepolis’teki Büyük Kral’ın atadığı satrap denen valiler tarafından yönetiliyordu. Karya 4. yüzyılda yerel bir hanedanın satrap olarak atanan üyeleri tarafından yönetildi. Bunlardan ilki Hekatomnos (hd. MÖ 392–377) idi. Onu birbiri ardı sıra beş çocuğu izledi. Onlara Hekatomnidler veya Hekatomnosoğulları denir. En büyükleri Maussollos (hd. 377–352)’tan sonra hem karısı hem de kız kardeşi olan Artemisia (hd. MÖ 352–351), sonra İdrieus (hd. MÖ 351–344), onu da onun hem karısı hem kız kardeşi olan Ada (hd. 344–341) izledi. En son olarak da en küçük kardeş Piksodaros (hd. MÖ 341–336) başa geçti. Büyük İskender, 334 yılında Ada’yı tekrar başa geçirdi.
Fotoğraf: Melike Nilüfer Dikmen
Batı Karya’daki en önemli kutsal alan özellikle MÖ 4'üncü yüzyılda Labraunda idi çünkü Hekatomnosoğullarının gözdesiydi. Bu zamanda Labraunda kutsal alanı hiçbir kente bağlı gözükmüyor. Burası muhtemelen bağımsız bir kutsal alan ve hac yeriydi; kendi rahipleri tarafından yönetiliyordu ve çevredeki tüm köylerin halklarına aitti.
Labranda – Labraunda – Lambraunda – veya Labraynda?
Kutsal alanın adı Labraunda olarak yazılmaktadır ancak Labranda, Lambraunda ve Labraynda şeklindeki yazılışları da doğrudur. Bu karmaşanın sebebi bu adın Antik çağda asırdan asra değişmesi ve hem Antik kaynaklarda hem de ören yerindeki yazıtlarda hepsinin de var olmasıdır. En eski edebi kaynak olan MÖ 5'inci yüzyılda yaşamış Herodotos buranın adını Labraunda olarak yazmıştır ve Hellenistik dönemde (MÖ 3. yy – 1. yy) kullanılan en yaygın yazım şekli budur. Ancak MÖ 4'üncü yüzyılda kısa bir süreliğine resmi olarak Lambraunda denildiği anlaşılıyor çünkü yazıtlarda tanrının adı Zeus Lambraundos olarak geçiyor. Roma döneminde, MÖ 1'inci yüzyılın sonlarından itibaren, Labranda yazımı giderek daha yaygınlaştı. Latincede Yaşlı Plinius (1. yy) tanrının adını Labrayndus olarak yazmıştır ki, bu durumda onun kullandığı kaynaklarda yerin adı Labraynda olarak geçmekteydi.
Bu değişik yazımlar irdelendiğinde Labraunda ve Labraundos adlarının 4 heceli Karca sözcükler olduğu görülür çünkü au harfleri diftong olmayıp iki ayrı seslidir ve vurgu a harfinin üzerinde olup u harfi nerdeyse sessizdir. Telaffuzu ise Labránda gibi olabilir. 4'üncü yüzyılda kullanılan Lambraunda biçimindeki –m– harfi ise adın Karcada nazal telaffuz edildiği anlamına gelebilir ve de bu durum sonradan değişmiş olabilir. Ayrıca şunu da aklımızda tutmalıyız ki, yer adı olarak Labraunda, tıpkı Mylasa gibi, çoğuldur.
Kutsal alan olarak Labraunda
Labraunda tek başına bir kutsal alandı ve insanlar buraya yürüyerek veya at üstünde geliyordu. En yakın kent olan Mylasa (bugünkü Milas) 14 kilometre uzaktadır. Elbette burada sürekli yaşayan kimseler vardı, örneğin rahipler ve aileleri, tapınak hizmetlileri ve köleleri, kutsal yapıların bakım ve onarımı için tutulan işçiler ve de zeytin ve başka ürünlerin yetiştirildiği kutsal alan arazisini kiralayıp işleyen çiftçiler gibi. Ama yakınlarda normal anlamda bir köyün varlığına dair hiçbir bulgu yoktur.
Fotoğraf: Bülent Aydemir
Neden Labraunda’da bir kutsal alan?
Labraunda, MÖ 4'üncü yüzyıldan önce de asırlarca bir kutsal alandı. Kazılarda bugüne kadar ele geçen en eski seramik parçaları MÖ 7'nci yüzyıl ortalarına tarihleniyor ama bu kutsal yer daha da eski olabilir. Kutsal alanın hemen yukarısındaki dikkat çekici bir kaya nedeniyle Labraunda’nın kutsal sayıldığı fikri akla yatıyor. Bu kaya adeta bir yıldırım çarpmasıyla ikiye yarılmışa benzer. Buralarda zaman zaman yaşanan fırtınalı yağmurlarla birlikte düşünüldüğünde civardaki insanların bu kayanın gök tanrısının ikamet yeri olduğuna inanması olasıdır. Bu yarık kayanın tam altında bir pınar kaynıyor ve Antik çağda buraya bir çeşme yapısı inşa edilmiştir. Bu alandaki en eski bulguların bu pınar-çeşmesi civarında ele geçmesi muhtemeldir. 1940’larda İsveçli kazı ekibi kaynak civarını kazmaya çalışmış ama açmaların suyla dolması nedeniyle çabalar boşa gitmişti.
Fotoğraf: Melike Nilüfer Dikmen
Labraunda ve Karya Birlikleri
Karya bölgesinin iç kesimleri Arkaik dönemde (MÖ 7. – 6. yy) kentleşmemişti ama çok sayıda küçük köy ve mezra vardı. Bu yerleşmeler kendi ortak çıkarları için çeşitli birlikler veya konfederasyonlar kuruyordu. Bu birliklerin MÖ 5 ve 4'üncü yüzyıllarda en büyüğüne hoi kares deniyordu. Hem Karyalılar birliğinden hem de Labraunda’dan ilk bahseden yazar MÖ 5'inci yüzyılda yaşayan Herodotos’tur. Bodrumlu (eski Halikarnassos) olan Herodotos’un babasının adı Lykses, Karca idi. Herodotos’a göre Karya güçleri Labraunda kutsal alanına sığındı ve akabinde burada Perslerle bir savaş yapıldı. Anlaşılan Labraunda Karya birliği için önemli bir buluşma yeriydi. Bir düşünceye göre bir asır sonra İran’ın Büyük Kralının Hekatomnos’u Karya satrapı olarak atamasının sebebi Hekatomnos’un hâlihazırda Karya birliğinin lideri ve Kralı konumunda bulunmasıydı ki, babasının ölümünden sonra Maussollos bu konumu devralmış olabilir. Bu durumda Hekatomnosoğullarının Labraunda’yı neden tercih ettikleri de açıklığa kavuşur.
MÖ 3'üncü yüzyılda en önemli Karya konfederasyonu Khrysaoreis denen başka bir birlikti. MÖ 1'inci yüzyılın sonlarında veya MS 1'inci yüzyılın başlarında yazan Antik coğrafyacı Strabon’a göre bu birliğin toplanma yeri Stratonikeia teritoryumundaki Zeus Khrysaoreis tapınağı idi. Ancak bu her zaman böyle değildi. Bir yazıta göre bu birlik MÖ 267 yılında Labraunda’da toplanıyordu; Labraunda’da ele geçen başka yazıtlarda da Khrysaoreis’ten söz ediliyor.
Fotoğraf: Melike Nilüfer Dikmen
Hekatomnosoğulları ve Labraunda
Labraunda’nın en önemli dönemi MÖ 4'üncü yüzyıl idi, özellikle de Maussollos (hd. MÖ 377–352) ile İdrieus (hd. MÖ 351–344)’un Karya’yı yönettiği yıllardı. Maussollos’tan önce kutsal alan, şimdiki tapınak terasının kuzey kısmını oluşturan tek bir terastan ibaretti. Muhtemelen yalnızca tek bir yapı vardı: önde iki sütunlu küçük bir tapınak ve bir sunak. Tabii bir de büyük bir çınar korusu vardı. Maussollos önce yeni ve büyütülen teraslar için istinat duvarları ve Mylasa’dan buraya kadar taş döşeli bir yol inşa ettirdi çünkü taş döşeli bir yol olmadığı takdirde büyük ebatlı mermer blokların 700 metre rakımlı Labraunda’ya getirilebilmesi söz konusu bile olamazdı. Maussollos daha sonra bir stoa (Kuzey Stoa) ve kutsal şölenler için büyük bir bina yani bir andron (Andron B) inşa ettirdi. Anlaşıldığına göre Maussollos, tüm Karyalılar tarafından sevilmiyordu. Halikarnassos, Labraunda ve diğer yerlerdeki inşaat projeleri bu hoşnutsuzluğun sebeplerinden biri olabilir çünkü finansmanları Karyalılara büyük yük getiriyordu. Yazıtlardan öğrendiğimize göre ona karşı dört komplo kurulmuştu. Bunlardan biri, 355/354 yılında Labraunda’daki yıllık kurban şenlikleri sırasında bir suikast girişimiydi. Anlaşılan güvenlik iyi işliyordu ve Maussollos son anda kurtulmuştu. Manitas adındaki katil adayı hemen oracıkta öldürülmüştü. Onun ve destekçisi Thyssos’un malvarlığına el konulmuş ve gelirleri Maussollos’a devredilmişti.
Tapınağın ve diğer yapıların inşası muhtemelen Maussollos tarafından planlanmış, hatta başlanmış bile olabilir ancak Maussollos 352 baharında inşaatlar tamamlanamadan öldü. Dolayısıyla Hekatomnosoğullarının yaptırdığı binaların çoğu İdrieus’un adıyla anılır oldu. İdrieus, yeni Zeus tapınağını ve arkasındaki iki odalı Oikoi Binasını inşa ettirdi veya tamamlattı. Bunların yanı sıra, ikinci bir ziyafet binası (Andron A denilen bina), bir giriş yapısı (Güney Propylon) ve yanındaki, olasılıkla bir çeşme yapısı olan küçük Dorik Binayı yaptırttı. Yine Hekatomnosoğulları dönemine tarihlenen bir başka yapı ise, giriş bölümünün yüksek kuzey duvarının ardındaki büyük kompleksin parçası olan Doğu Stoadır.
İzleyen üç yüz yıl içinde kutsal alanın mimari çehresine küçük bir çeşme yapısı haricinde bir şey eklenmemiş göründüğüne ve, Roma ve sonraki dönemlerde de çok az yapı inşa edildiğine göre, Labraunda’yı hâlâ gerçek bir Hekatomnosoğulları yapısı olarak görebiliriz.
Fotoğraf: Melike Nilüfer Dikmen
Labraunda’da yaşam
Labraunda en yakın kentlerden oldukça uzakta bulunduğundan burada yaşayan küçük topluluk için günlük yaşam muhtemelen çok sıkıcı ve sıradandı. Şenliklerin yapıldığı birkaç gün gerçekten büyük bir fark yaratıyor olmalıydı. Görünüşe göre yılın en büyük olayı, muhtemelen arka arkaya beş gün süren ve Zeus’a kurbanlar sunulan şenliklerdi. Elbette başka küçük şenlikler de vardı ama bu konuda kaynaklarda hiçbir bilgi yer almıyor.
Yıllık kurban şenliklerine binlerce kişi katılıyor olmalıydı. Bu kişiler Mylasa’dan taş döşeli Kutsal Yolu izleyerek ya da Labraunda’nın kuzey tarafındaki dağlardan ve ardındaki vadide yer alan Alinda ve Alabanda’dan başka bir taş döşeli yolu izleyerek büyük kafileler halinde geliyorlardı. Yanlarında kurban edilmek üzere öküzler, koyunlar ve keçiler ile şenlikler için şarabın yanı sıra diğer yiyecekler ve kamp malzemesi de getiriyorlardı. Hem kurbanlarda hem de şenliklerde müzisyenler hazır bulunuyordu, tabii ki bir de atletler; atletizm yarışları Antik dünyanın diğer kutsal alanlarında olduğu gibi burada da şenliklerin bir parçasıydı. Kutsal alanın hemen birkaç yüz metre batısında yer alan stadion bunun en büyük kanıtıdır. Şenliklerin en önemli kısmı tabii ki, sunakta tanrı için yapılan zaman alıcı kurbanlardı; burada hayvanlar ritüellere göre kurban ediliyor ve tanrının kemik ve yağlardan oluşan payı yakılıyordu. Kurbanlıkların kesilmesinden sonra hizmetliler ve köleler şenlikler için eti hazırlamaya ve pişirmeye başlıyordu. Bu sırada stadionda da yarışlar yapılıyordu.
Başka kurbanlar da kesiliyordu. Toplulukların en önemli üyeleri, seçilmiş liderler ve rahipler bundan sonra ziyafet salonlarına yani andronlara davet ediliyordu. Andronlarda sedirlere uzanan bu kişilere kurban etinden hazırlanan yemekler sunuluyor ve odanın arka duvarındaki niş içinde tunçtan heykeli duran tanrı şerefine önemli miktarda şarap tüketiliyordu. Diğer önemli kişiler Doğu Stoadaki her biri 11 kline ile döşenmiş ziyafet odalarında ziyafete katılıyordu. Her klineye iki kişi uzanıyordu; yani, andronlar ve stoada toplam 200’den fazla kişi misafir edilebiliyordu. Yine de katılımcıların büyük çoğunluğunun dışarıda, kutsal alanın teraslarına kurulmuş çadırlarda veya geçici barınaklarda kaldığını unutmayalım.
Fotoğraf: Melike Nilüfer Dikmen
Labraunda’ya mermer nasıl getirildi?
Olasılıkla MÖ 500 civarında ilk tapınak inşa edildiğinde Labraunda’ya ulaşan taş döşeli yol bulunmuyordu, yalnızca kutsal alana giden patikalar vardı. Yani bu ilk yapıda büyük mermer blokların kullanılması söz konusu değildi. 4'üncü yüzyılda inşaat faaliyetleri başladığında bu ancak döşeli yol sayesinde gerçekleşebildi. İlk büyük mermer yapı olan Andron B’nin cephesinde kullanılan en büyük mermer bloklar sütunların üzerindeki üç arşitrav kirişidir. Ebatlarından yola çıkılarak bunların her birinin 2.5 ton kadar geldiği hesaplandı. Ancak, yapının cellasının (iç mekân) arka duvarındaki nişin üzerindeki kiriş parçası ise daha da büyük: 63 cm yüksekliğinde ve 52 cm derinliğindeki bu nişin genişliği ise tam 4.80 metre. Son haliyle böyle bir kirişin ağırlığı 5.5 ton civarında olmalı ama böylesi blokların yarı işlenmiş bir halde nakledildiğini hatırlarsak, nakliyat sırasındaki ağırlığı biraz daha fazlaydı. Mermer buraya yalnızca Milas’ın diğer tarafındaki Sodra Dağındaki ocaklardan getirilmiş olabilir. Ocaktan Milas ovasına kadar bloklar şüphesiz ahşap kızaklar üzerinde indiriliyordu. Bu kızaklara sağlam halatlar bağlanarak hızları kontrol edilebiliyordu. Eğimin az olduğu yerlerde ise kızakların altına silindirik kütükler yerleştirilmiş olabilir. Bloklar kente ulaşınca artık kalın ahşap tekerlekleri bulunan arabalara aktarılabilirdi. Bu arabalar gerektiği sayıda öküz veya başka hayvanlarla çekiliyordu. Milas ovasında 600 metre kadar yukarıdaki kutsal alana çıkmak içinse yine hayvanların çektiği arabalar ya da kütükler üzerindeki kızaklar kullanılıyordu. Böylesi ağır bir nakliye işinin taş döşeli yol olmaksızın yapıldığını düşünmek pek mümkün değil.
Yazıtlar, yontu ve diğer kazı buluntuları
Kazı buluntuları arasında büyük bir Yunanca yazıt koleksiyonu özel ilgiyi hak ediyor. Özellikle Maussollos ve İdrieus’un inşa ettirdikleri yapılara yazdırdıkları sayesinde söz konusu yapıları tam doğru bir şekilde tarihlememiz mümkün olmakta. Bunların yanı sıra bir yanda Suriye Kralı II Seleukos ve Makedon Kralı V. Philippos ve diğer yanda ise yerel dynast Olympikhos, Labraunda’nın yüksek rahipleri ve Mylasa kenti arasında yapılmış, kutsal alanın MÖ 3'üncü yüzyılın ikinci yarısındaki statüsüyle ilgili bir dizi mektuplaşma bulunuyor. Kazılarda toplam 134 Yunanca yazıt ele geçti ve bunlardan öğrenilecek çok şey bulunuyor.
Fotoğraf: Melike Nilüfer Dikmen
Muhtemelen Helenistik Döneme ait bir miktar pişmiş toprak tabletin üzerinde Karya alfabesinde ve dilinde yazılmış metinler yer alıyor. İçerikleri henüz bilinmemesine karşın çok ilgi çekici olan bu yazıtlar olasılıkla dini veya sihirle ilgili metinlerdir.
Kutsal alanda ele geçen en önemli mermer yontu bir metre yüksekliğindeki erkek sfenks figürüdür. Andron B’nin güneyinde ele geçen bu figürün yanı sıra en azından bir tane daha sfenkse ait bir baş ve başka parçalar da bulundu. Şimdi Bodrum Müzesinde korunan bu parçalar Andron B’nin çatısının köşelerine konulan akroter (çörten) olabilir.
Seramik buluntuları arasında yer alan parçalar halindeki bir Panathenaik ödül amforası MÖ 4'üncü yüzyıl ortalarına tarihleniyor. Üzerindeki kazıma yazıtta, Atina’daki uluslararası oyunlarda stadion yarışında birincilik ödülü olarak bunu kazanan yakınlardaki Herakleialı (Bafa Gölünün güneyindeki bugünkü Kapıkırı) bir adam tarafından Zeus’a verildiği belirtiliyor.
Fotoğraf: Bülent Aydemir
Tunç buluntular arasında yer alan köpek başı ile bezeli Hellenistik döneme ait bir kline kolçağı ilgi çekicidir. Oikoi binasında bulunmuş olmasına karşın ziyafet salonlarından birinde, Andron A veya Andron B’de kullanılan bir klineye ait olmalıdır.
1960’a kadar kazılarda bulunan yazıtlar, yontu eserler ve mimari parçalar ya Bodrum Müzesi'ne götürülmüş ya da ören yerinde bırakılmıştır. Seramik ve diğer küçük buluntular, Karca yazıtlar da dâhil olmak üzere, İzmir Arkeoloji Müzesi'nde korunmakta; son kazılardan bazı buluntular ise Milas Müzesi'ndedir.
Kaynak: Labraunda Kazı Başkanlığı