Sinop’ta doğum âdetleri genel hatlarıyla şöyledir: Yörede bebek bekleyen kadına “yüklü”, “gebe” veya “hamile” denir. Çocuğu olmayan kadın ve erkeğe ise “kodaksız” ya da “kısır” denilmektedir.Yörede aşerme “aşyerme” olarak adlandırılır ve gebelik sırasında kadının canının bir şeyler istemesi olarak tanımlanır. Bu dönemde gebe kadının canının istediği şeyi mutlaka yemesi gerekir. Yemediği ya da yedirilmediği takdirde doğacak çocuğun bir yerinin eksik olacağına inanılır. Ayrıca gebe kadın aşerme sırasında gizli olarak kiren (kızılcık) ve elma yerse veya onları saklarsa, bunlarla vücudunun neresine dokunursa doğacak çocuğun vücudunun o kısmında bunların izi olacağına inanılır.
Gebelik sırasında doğacak çocuğun dış görünüşünün oluşturulması anlamında da bazı pratikler uygulanır. Örneğin, gebe kadın çocuğunun kime benzemesini istiyorsa ona bakar. Gökyüzüne bakan kadının çocuğunun gözünün mavi, gök üzüm ya da gök bir şey yenirse gözlerinin yeşil olacağına inanılır. Gebe kadın kocasını çok severse çocuk kocasına, annesini çok severse annesine benzeyeceği inancı vardır. Sinop’ta da doğumdan önce çocuğun cinsiyeti merak edilir. Gebe kadının dış görünüşünden ve yapılan bir takım pratiklerle çocuğun cinsiyeti öğrenilmeye çalışılır. Bunlardan bazıları şunlardır: - Gebe kadına elini uzat dendiğinde elinin içi yere bakarsa çocuk oğlan, yukarı bakarsa kız olur. - Kadının karnı sivri olursa çocuk oğlan, yayvan olursa kız olur. - Bebek sağ tarafta olursa oğlan, sol tarafta olursa kızdır. - Doğacak çocuk kızsa kadın zayıflamaz, oğlan taşıması zor olduğu için zayıflar. - Doğacak çocuğun erkek olması için kocasının uçkuru kadının beline bağlanır. - Gebe kadının haberi olmadan odadaki minderlerin birinin altına makas, diğerinin altına bıçak konulur. Makas olana oturursa çocuk kız, bıçak olana oturursa oğlan olur.
Doğum eskiden ve kısmen günümüzde de köy ebeleri tarafından yaptırılır. Evin bir odasında doğuma yardım edecek birkaç kişiyle birlikte köy ebesi doğumu yaptırır. Ancak zaman zaman doğum zorlaşır. Gebelik sırasında yatakta kocanın kadının üzerinden geçmesinin ya da kadının gebelik sırasında kapı eşiğine oturmasının doğumu zorlaştıran nedenler olduğuna inanılır. Bu durumlarda doğumu kolaylaştırmak için şu pratikler uygulanır : - Kadın odada gezdirilir. - Çarşaf, yorgan, battaniye gibi şeyler içinde sallanır. - Su üzerinden, küfe üzerinden, eşikten atlatılır. - Makas ağzı açılır. Ebe kadın saç bağını, saç örgüsünü açar, düğmeler çözülür. - Kocasının avucundan ya da ayakkabısının içinden Fatma ana denilen otun bekletildiği su içirilir. - Doğum odasına giren kadınlar gebe kadının sırtını sıvazlar, “köy göçtü sen de göç” diyerek doğumun kolay olmasını dilerler. - Odaya giren kişi bir şeyin dikişini söker ve “ben geldim sen de gel” der. - Gebe kadın gebeliği sırasında dikiş dikmişse doğum yaparken eteği sökülür. - Kadının kocası çağırılır ve kadının üzerinden üç kere geçirilir. - Kadının saçında iğne, toka varsa açılır, yakasındaki ip çözülür. - Sandıkların kilitleri açılır.
Bebek doğduktan sonra yıkanır ve tuzlanır. Doğumdan sonraki en önemli işlem bebeğin göbeğinin kesilmesidir. Göbek pamuk ipliğiyle bağlanır. Bir ayakkabı ya da lastiğin (ayağa giyilen) üzerinde jiletle kesilir. Göbeğin üzerine kurumaması için anne sütü damlatılır ve “goğorsu” denilen yakılmış beyaz bezin külü konur. İki günde bir ya da her gün göbek düşene kadar bu işlem tekrarlanır. Göbeğin kesildiği makas çocuk erkekse, kalbi askılı olsun, çalışkan olsun diyerek duvara asılır. Çocuk kızsa makas, gezgin olmaması, eve bağlı olması için minder altına konur. Doğumu yaptıran ebeye doğumdan sonra kibrit ve sabun verilir. Çocuğun kırkı çıktıktan sonra da para verilir. Doğum sonrası lohusayı ziyarete gelenlere ikram etmek için bebek kız olmuşsa katlama yapılır, erkek olmuşsa çörek gömülür. Küle gömülen çörek “oğlan çöreği” diye dağıtılır. Uzun yıllar çocuğu olmayan ya da ilk erkek çocukları dünyaya gelen aileler, çocukları olduğunda yaşlı kadınları toplayarak “beşik düğünü” yaparlar. Kadınlar beşiği düzerler. Bebek uykulu olsun, uyusun diyerek kadınlardan çok uykulu olan birisi bebeği beşiğe yatırır.
Lohusa kadın ve bebek kırkları çıkana kadar yalnız bırakılmazlar. Bunun nedeni bu dönemde anne ve bebeğe şeytanın çok ilişeceği ve doğum yapan kadının mezarının kırk gün açık olduğu inancıdır. Lohusa kadın ve bebek yalnız bırakılmaları gerektiğinde yanlarına su ve süpürge konulur. Bebek yalnız bırakılacaksa beşiğine süpürge dayanır, başının altına süpürge teli konur, beşiğin altına ekmek konur. Çocuk mama, yemek yiyene kadar da o ekmek oradan alınmaz. Kırk içinde çocuğun üzerine adetli kadın gelirse “ürfiye”, “urufe” olur. Buna “kabar” da denilir. Çocuğun vücudunda kızarıklıklar olur, darı gibi lekeler çıkar. Bu durumda çocuğun yıkanacağı suya darı atılır ve çocuk bu suyla yıkanır. Bunun dışında çocuğun vücuduna katran sürülür ya da buğday anızının külü vücuda serpilir.
Çocuk doğduktan kırk gün sonra lohusa da bebek de kırklanır. Ancak kırklama yapılana kadar bebek ve kadın sık sık yıkanır. Kadın bu kırk gün boyunca âdet görür. Buna “çocuk âdeti” denir. Kırk gün dolunca “kırk kazanı” konur. Kazanın içine kırk taş atılır. Buna “kırk taşı” denir. Aynı zamanda kırklama suyuna gümüş yüzük, para, iğne atılır. Bunu yaşlı bir kadın yapar, para ve iğne kırklamadan sonra bu kadına verilir. Bu su elekten geçirilir ve kırk kaşık su konur. Artan su lohusanın ve bebeğin gittiği her yere serpilir. İki kırklı kadın bir araya geldiğinde “kırk baskını” olacağı inancı vardır. Bu durumda çocuk ilerlemez. Kırk baskını olmaması için bebeklerin iç göynekleri değiştirilir, iki kadın birbiriyle öpüşür ve iğne değiştirirler. Baskın durumunda ise kadınlar birbirlerinin çocuklarını emzirirler. (*)
Kaynak: Sinop İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü'nde Folklor Araştırmacısı olarak görev yapmış olan Emel AL BUDAKOĞLU tarafından derlenmiştir.