KABAK GELİN[1]
Bir varmış, bir yokmuş, evvel zaman içinde, kalbur saman içindeyken köylerin birinde bir Keloğlan ile anası yaşarmış. Anası saçını süpürge yapar, orda burada çalışarak günlük nasiplerini çıkarırmış. Oğlu Keloğlan, tembelin tekiymiş. Bütün gün hiçbir işe bakmaz, miskin miskin oturur veyahut da yatarak zamanını geçirirmiş. Kadın bakar ki olacak gibi değil!
“Keloğlum, keleş oğlum, elâlemin oğlu analarına bakıyor. Git sen de çalış, para kazan…” diyerek oğluna yolluk ekmek pişirip yola salar.
Keloğlan az gide uz gide bir tepenin yamacında sürülerini otlatan bir çoban görür.
Hoşbeşten sonra:
“Ekmeğim sende kalsın. 3 güne kadar geldim geldim, gelmedimse helâl-hoş olsun” diyerek, çekip gidiyor. Geri döndüğünde, çobanın ekmeğini yediğini görünce:
O yanına geçerim, bu yanına geçerim
Koyununu aldığım gibi kaçarım deyip koyunu kucaklayıp kaçıyor. Gel zaman git zaman yolda bir kervana rast geliyor. Kervancıbaşına koyunu verip 3 gün içinde gelmezse kendilerinin olmasını söylüyor ve çekip gidiyor. Döndüğünde koyunun yerinde yeller estiğini görüp iyice sinirlenen Keloğlan:
“O yanına geçerim, bu yanına geçerim,
Halılarını aldığım gibi kaçarım”
Deyip halıları alıp kaçıyor. Tepeler aşırı yol yürüdükten sonra bir köye geliyor. Bakar ki ne görsün? Herkes gülüp eğleniyor, davullar zurnalar çalınıyor. Bunun bir düğün töreni olduğunu öğrenen Keloğlan düğün sahibine halıları emanet edip yine “3 gün içinde gelmezsem helâl-hoş olsun” diyerek kayboluyor. Geldiğinde halıları bulamayınca hiddetlenip:
“O yanına geçerim, bu yanına geçerim, gelinini aldığım gibi kaçarım”,deyip gelinin elinden tuttuğu gibi geldiği yollardan, tepelerden aşarak köyüne geliyor. Evlerine vardıktan sonra gelini kapını arkasına dayayıp annesine:
-“Ana, Keloğlun sana bir gelin getirdi. Git de elini eteğini öpsün” diyerek, gelinin yanına yolluyor. Kadıncağız, gelinin duvağını açtığında ne görsün! , kaşı, gözü oyulmuş, süslenmiş bezenmiş bir kabak durmuyor mu karşısında!
Meğer o köyde her yıl mevsimi gelince kabak şenlikleri yapılır, eğlenilirmiş. Gelini kaptığı gibi, Keloğlan’ın başına fırlatan anası, oğlunu bir güzel benzetmiş. Kabak Keloğlan’ın başında parçalanmış…
Onlar orada kaldı; safalarını süpür, muratlarını ersinler.
Derleyen: Nesrin TAĞIZADE
[1] Türk Folklor Araştırmaları Dergisi, 1978, sayı: 358