­

Dîvan-ı Lûgat’it-Türk

Karahanlılar döneminin önemli dil yadigârlarından biri Kaşgarlı Mahmud’un yazdığı ve Bağdad’da Abbasî Halifesi el-Muktedî Billâh’a sunduğu Dîvan-ı Lûgat’it-Türk adlı eserdir. Türkler’in dil, edebiyat, tarih, coğrafya, etnoğrafya, mitoloji ve folklor alanlarındaki durumu hakkında kaleme alınmış bu eser bir çeşit Türk Bilgisi (Türkoloji) ansiklopedidir. H. 470/1077 tarihinde tamamlandığı zannedilen eserimiz altı bine yakın Türkçe kelimeyi ihtiva etmektedir.

Dîvan-ı Lûgat’it-Türk’te Yer Alan Bazı Türk Boyları ile İlgili Efsaneler

Çiğil

Ila/Ilı deresi halklarındandır. Türkler’den üç oymağın adıdır. Birisi göçebedir. Kuyas’ta otururlar. Kuyas, Barsgan’ın ötesinde bir kasabadır. İkincisi Taraz/Talas yakınlarında bulunan bir kasabada otururlar. Bunlara da yukarıdakiler gibi Çiğil denir.

Çiğil adının verilişinde esas şudur: Zülkarneyn Argu ülkesine geldiği zaman, bulutlar musluklarını açmış, yollar çamur içinde kalmış, yürümek güçleşmiş imiş. Bunu gören Zülkar-neyn “bu ne çamur” demiş. Orada bir kale yapılmasını emretmiş, kale yapılmış, adına Çiğil denilmiş. Bundan sonra o kalede oturan Türkler’e “Çiğilî” denilmiş. Daha sonra bu ad yayılmış.

Oğuzlar, buraya yakın oturdukları için her zaman Çiğiller’le savaş ederlermiş. Düşmanlık aralarında bugüne değin sürüp gelmiştir.

Çiğil kılığına girenlere de bu ad verilir. Oğuzlar Ceyhun’dan Yukarı Çin’e kadar olan yerlerdeki bütün Türkler’e Çiğil adı verirler. Bu yanlıştır.

Üçüncüsü Kaşgar’da bulunan birtakım köylerdir. Bu köylerin halkına da Çiğil derler. Bunlar, bir yerden çıkarak dağılmışlardır.

Türkmen    

Bunlar Oğuzlar’dır. Bunlara Türkmen denilmesinde iki hikâye vardır, şöyledir: Zülkarneyn Semerkand’a geçip de Türk ülkesine yöneldiği sıralarda Tükler’in çok kuvvetli ve büyük ordusu bulunan Şu adında genç bir Hakanları vardı. Balasagun yakınında Şu Kalesi’ni bu açmış ve yaptırmıştı. Her gün Balasagun’daki sarayının önünde Beyler için üç yüz altmış nöbet davulu vurulurdu. Hakan Şu’ya Zülkar-neyn’in yaklaştığı haber verilmiş, “Emrinizi nedir, savaş mı edelim, ne buyurursunuz?” demişler. Halbuki Hakan Xoçand/Hocend ırmağının kenarına karakol kurmak, Zülkarneyn’in geçtiğini haber vermek için kırk tarhanı gözcü göndermişti. Bu kol kimse görmeden gittiği için askerin haberi yoktu. Hakan yüreği pek duruyordu. Hakanın gümüşten bir havuzu vardı. Sefere çıkıldığında birlikte taşınır ve içine su doldurulur; sonra kazlar, ördekler yüzdürülür idi. Kendisine “ne buyurulur, harp edelim mi?” denildiği zaman cevap olarak “Şu kazlara ördeklere bakınız, nasıl suya dalıyorlar” demiş. Bunun üzerine orada bulunanlar hükümdarın savaş için hazırlanmadığı ve buradan çekilip gitmek niyetinde olmadığı zannına düşmüşler. Zülkarneyn Xoçant suyundan geçerek karakola gelir. Zülkarneyn’in geçtiğini bu gözcü karakol Hakan’a haber verir. Hakan hemen davullar çaldırarak Doğuya doğru yürür. Halk, gitmek için hazırlık görmeyen Hakan’ın savuşup gitmesi yüzünden ümitsizliğe düşer. Bir ürküntü, bir karışıklık olur. Binek bulabilenler hayvanın sırtına atlayarak Hakan’ın arkasından koşarlar. Karışıklıkla birbirlerinin hayvanlarını alırlar. Sabah olunca ordugâh düz bir ova hali alır. O sıralarda Taraz, İsbicab, Balasagun ve bunun gibi yerler yapılmamış idi. Onların hepsi sonradan yapılmıştır. Oralar hâlâ göçebe idi. Hakan ordusuyla savuşup gittikten sonra orada çoluk çocuklarıyla yirmi iki kişi kalmıştı. Bunlar geceleyin hayvanlarını bulamamışlar ve savaşamamışlar idi. İşte bunlar o kimselerdir ki, kitabın baş tarafında adlarını söyledim. Hayvanlarının belgelerini beyan ettim. Kınık, Salgur ve başkaları gibi. Bu yirmi iki kişi yayan çekilip, gitmek, yahut orada kalmak üzere konuşurlarken iki kişi çıkagelir; bunlar ağırlıklarını sırtlarına yüklenmişler, yanlarına çoluk çocuklarını almışlardı. Ordunun izine düşüp gidiyorlardı, yorulmuşlar, terlemişlerdi. Bu yirmi iki kişi yeni gelen iki kişi ile tanışırlar ve konuşurlar. Bu ikiler derler ki, “Zülkarneyn denilen adam bir yolcudur. Bir yerde durmaz, buradan da geçer gider. Biz de kendi yerimizde kalırız”. Yirmi ikiler onlara Türkçe “Kal aç” derler, “aç kal” demektir. Sonradan bunlara “Xalaç” denilmiştir, asılları budur. Bunlar iki kabiledir. Zülkarneyn gelip, bunları saçlı ve üzerlerinde Türk belgeleri bulunduğunu görünce sormadan onlara “Türk-manand” demiş. “Türk’e benzer” demektir. İşte bu ad onlarda bugüne kadar kalmıştır. Türkmenler aslında yirmi dört kabiledir. Lâkin iki kabileden ibaret olan Xalaçlılar, bazı kere bunlardan ayrıldıkları için kendileri Oğuz sayılmaz; asıl olan budur. Hakan Şu Çin’e doğru geçip, gitmiştir. Zülkarneyn arkasına düşmüş idi. Uygurlar’a yakın, Hakan Zülkarneyn’e bir bölük asker gönderir. Bu çarpışma “Altun Kan” denilen bir dağda olmuştur. Bugün “Altun Xan” denir. Bunun üzerine Zülkarneyn Hakan’la barıştı ve Uygur şehirlerini yaptı; bir müddet oralarda oturdu. Zülkarneyn çekilip gittikten sonra Hakan Şu, Balasagun’a kadar ilerledi. Kendi adını vererek “Şu” adındaki şehri yaptırdı. Oraya bir tılsım koydurdu. Bugün leylekler o şehrin karşısına kadar gelirler, fakat şehri geçemezler. Tılsım bugüne kadar bozulmamıştır.

Kaynak:

Kaşgarlı Mahmud; Divanü Lûgat’it-Türk Tercümesi, C. I, Çev. Besim Atalay, Ankara 1940, s. 532 (s. 393-394).

Kaşgarlı Mahmud; Divanü Lûgat’it-Türk Tercümesi, C. II, Çev. Besim Atalay, Ankara 1940, s. 1 Harita + 336 (s. 49, 51, 60, 116, 286).

Kaşgarlı Mahmud; Divanü Lûgat’it-Türk Tercimesi, C. III, Çev. Besim Atalay, Ankara 1940, s. 452 (s. 24, 29, 42, 72, 131, 133).

 

Metnin tümüne "Türkler'in Müslüman Oluşu ve İlk Müslüman Türk Devletleri Metinler" isimli dokümandan ulaşılabilir.