­

ÖKSÜZ KIZ[1]

illüstrasyon: Özlem Mengilli

 

Bir varmış bir yokmuş, bir baba, bir anne bir de kızları varmış. Bir gün anne ölmüş, yerine analık gelmiş. Her gün bir kızı yazıya göndermiş. Eline de bir dilim arpa ekmeği verirmiş. Çocuk ağlaya ağlaya gidermiş, ne arpa ekmeğini yiyebilirmiş ne de yutabilirmiş. Bir gün yazıya götürdüğü inek dile geliyor, diyor ki:

“O ekmeği getir ben yiyeyim. Sen gel benim kulağıma gir, orada güzel yemekler var, onları ye.”

O günden sonra, kız arpa ekmeğini ineğe veriyor, kendiside ineğin kulağına girip güzel yemekler yiyor. Bu analığında bir kızı oluyor. Analık bakıyor, üvey kızı günden güne şişmanlıyor, güzelleşiyor, kendi kızına yumurtalar içirtip tereyağlar yedirdiği halde üvey kızı gibi olmuyor. Bunun için bir gün de kendi kızını yazıya gönderiyor. Ona da bir dilim arpa ekmeği veriyor. Üvey kızı evde alıkoyuyor. Kız gidiyor, yazıya, acıkıyor. Arpa ekmeğini yiyor, emmek boğazında kalıyor, gözleri yaşarıyor. Analığın üvey kıza neler ettiğini bildiği için inek hiç sesini çıkartmıyor. Kız eve geliyor, diyor ki:

“Anne  anne, beni daha gönderme, ben o ekmeği yiyemiyorum. Gene o kızı gönder, ben az kalsın ölüyordum.”

Ertesi gün analık üvey kıza biraz pamukla bir iğ veriyor, diyor ki:

“Bugün bunu eğir, makara ipliği gibi yap.”

Kız alıp geliyor, pamukla iğe bakıp ağlıyor, inek soruyor:

“O ne, neden ağlıyorsun?”

“Analığım dedi ki, bunu makara ipliği gibi eğir.”

“Getir o pamuğu, ben yiyeyim, sen de yanımda otur sar.”

Kız pamuğu ineğe veriyor, inek pamuğu yutuyor. Kulağından incecik makara ipliği gibi çıkartıyor. Kız da sarıyor. İpliği eve götürüyor, bu kız artık hepsinin diline düşüyor, Bu  kız böyle güzel ip eğiriyor diye. Analık kızına diyor ki:

“Bak kızım, o nasıl herkesin gözüne giriyor, bugün de sen al pamuğu götür eğir.”

Kız pamuğu alıp gidiyor, kalın kalın eğiriyor. Tabi hiç pamuk iğde eğirilir mi? Eve geliyor, annesine diyor ki:

“Anne ben eğiremedim?”

“Sen yapamamışsın, bak o kız inek otarıyor, hem şişmanlıyor, hem de pamuk eğiriyor.” Analık inekten şüpheleniyor, kocasına diyor ki:

“Bu ineği keselim.”

“Nasıl keselim, biz onun sütünü içiyoruz, yoğurdunu yağını yiyoruz.”

“Yok keseceksin.”

Kadın sonunda kocasını kandırıyor. İneği kesmeğe karar veriyorlar. Bu öksüz kız gidip ineğin yanına oturuyor, ağlıyor.  İnek soruyor. “Neden ağlıyorsun.”

“Seni kesecekler, ben ne yapacağım?”

“Beni kestikleri zaman, ben etimi onlara haram edeceğim, onlar yiyemeyecekler, onlara acı gelecek. Sana da şeker gibi gelecek, sen ye. Kemiklerimi de bir beyaz patiskaya sar, benim yemliğimin altına koy.”

İneği getirip kesiyorlar, eti bunlara acı geliyor, yiyemiyorlar. Kıza etler şeker gibi geliyor, o yiyor. Kemikleri toplayıp beyaz patiskaya sarıyor, yemliğin altına gömüyor. Aradan bir iki ay geçiyor. Bir padişah evleniyormuş, bunlar da davetiye kâğıdı geliyor. Analık kendi kızını beziyor, düğüne gitmeden evvel üvey kızına da diyor ki:

“Bu kazanın içini biz gelene kadar gözyaşı ile dolduracaksın.”

“Ben bunu nasıl gözyaşıyla doldurayım?”

“Dolduracaksın işte.”

Bir teneke buğdayla bir teneke mercimeği karıştırıyor, kıza diyor ki:

“Bunları tek tek ayıracaksın. Biz iki güne kadar geleceğiz, sen hem bunları ayıkla, hem de kazanı göz  yaşınla doldur.”

Onlar gidiyorlar, bu kız da oturup ağlıyor. Ne kadar ağlasın ki kazan dolsun. O taraftan da bir tuzcu geçiyormuş, ağlama sesini duyunca, soruyor:

“Ne ağlıyorsun kızım?”

“Analığım dedi ki, sen bunu gözyaşınla dolduracaksın.”

“Al kızım, al bir ölçek tuz iki teneke de su koy, işte sana göz yaşı. Göz yaşı da tuzlu.”

Neyse gözyaşı oluyor, oturuyor mercimeklerle buğdayları ayıklıyor. Kapıdan kalbur satan gurbetler geçiyor, bundan ekmek istiyorlar, bu da veriyor, diyor ki:

“Analığım bunları ayıkla dedi, ayıkladım ama bitmiyor.”

“Getir sana eliyelim.”

Eliyor hep buğdaylar altına iniyor, mercimekler üste kalıyor, kızın aklına ineğin kemikleri geliyor. Yemliğe gidip kemiklere bakıyor, orada altın işlemeli elbiseler, atlar, ne arasan var. Kız hemen giyinip ata biniyor doğru düğüne gidiyor. Orada bakıyor analığı ile bacısı ayakkabılığın içinde oturuyorlar. Bu gidince herkes bunu padişahın kızı zannediyor, bunu karşılayıp oturtuyorlar. Biraz oturuyor, bakıyor analığı ile bacısının dönme zamanı hemen onlardan önce kalkıyor. Yolda gelirken aceleden ayakkabısı çeşmeye düşüyor. Bu eve geliyor, üstündekileri çıkarıp saklıyor. Analığı da eve geliyor, bu soruyor:

“Nasıl abla düğün keyifli miydi?”

“Ya çok keyifliydi hele görseydin bir de padişahın kızı geldi, karşıladılar, o kadar kıymet verdiler ki, düğün çok güzeldi, o kız da çok güzeldi.”

Analık kendi üveyi olduğunu bilmiyor. Padişahın oğlu atını çeşmeye götürüyor, orada kızın ayakkabısını buluyor. Diyor ki:

“Bu ayakkabı kimin ayağına olursa ben onu alacağım.”

Her tarafı gezdiriyorlar, kiminin ayağına küçük geliyor, kiminin ayağına büyük geliyor. O kızın ayağına tam geliyor. Analığı az kalıyor patlaya. Düğün yapıyorlar, kızı bindirip götürüyorlar. Yiyor içiyor, muradına geçiyor.


[1] Günay, Umay. Elazığ Masalları. Erzurum: Atatürk Üniversitesi   Yayınları, 1975.