MUŞ ADININ KAYNAĞI Muş’un ilk ne zaman kurulduğu ve adının kaynağı kesin olarak bilinmemektedir. Muş adına dair pek çok rivayet vardır. Bir rivayete göre, Muş adı, şehre, Asurlulardan kaçarak Muş yöresine gelen İbrani kabilelerinden biri tarafından verilmiştir. Nitekim 1914 Bitlis Vilayet Salnamesinde Muş adının İbrani’ce “Sulak verimli ve otlak” anlamına gelen “Muşa” kelimesinden geldiği ileri sürülmüştür. Muşun, geçmişten günümüze yemyeşil ve sulak bir ovaya sahip olması, bu rivayetin tümüyle asılsız olmadığını, nispeten belirli bir gerçeğe dayandığını gösterir. Bir diğer rivayete göre Muş adı, İÖ. 12 yy. Ege göçlerinden sonra ilk kez Asur kaynaklarında adı geçen ve Yukarı Dicle Vadisine yerleştikleri bildirilen Muşkiler’den gelmektedir. M.Ö. II. Binin ikinci yarısında Orta Anadolu’da Hatti egemenliğine son vererek doğuya doğru genişleyen Muşkiler’in bir kolu Muş yöresine gelerek şehrin temelini atmıştır. Daha sonradan buradan Asur topraklarına girmişlerdir. Asur kaynaklarında İÖ. 12-8 yy. arasında adlarından sık sık bahsedilen Muşkiler’in İÖ. 12 yy. ilk yarısında büyük bir ordu ile Toros dağlarını aşarak güneye indikleri ve Asur’un sınır kentlerini tehdit ettikleri biliniyor. Bu dönemde Muşkiler’in bir kolu Muş kentini kurarak buraya yerleşmiş olabilirler. Muş’un kuruluşu ve adına dair diğer bir rivayet ise dini kaynaklıdır. Buna göre, Muş’un Hz.Nuh’un oğlu Yasef’in (Yusuf) torunu Muş oğullarınca kurulduğu rivayet edilmektedir. Öte yandan, Muş Arapça’da “Şeffaf, Parlak” Farsça’da ise “Nehirlerde yolcu taşıyan küçük gemi” anlamlarına gelmektedir. EVLİYA ÇELEBİ’NİN GÖZÜ İLE MUŞ Van eyaleti hükmünde Van deryası sahilindeki Tahtuvan subaşılığına iki menzil ve Bitlis’e bir menzil yakındır. Şerefname tarihinin dediğine göre bu Muş şehri, Azerbaycan şehirlerinden bir tanesi idi. Sonra Van deryasının kuzeyinde (Adilcevaz ) kalesi yakınındaki Süphan dağında halen mahfuz durup 40-50 senede bir ses duyulur, 70-80 senede bir kere 5- 10 gün kadar Süphan kayasından kuyruğunu çıkarır bir yedi başlı ejder, o asırda fırsat bulup bütün Nemrutluları yiyerek Allah’ın emriyle yine Süphan dağındaki mağarasına girip mahpus kalmıştır. Sonra yine Nemrut lâin kavmine Cenab-ı Hak Muş sahrasında bir büyük fare hâsıl edip bütün Nemrutluları yedirerek Muş ahalisini helak ettiği için şehrin adına (Muş) derler. Muşun çıktığı büyük mağara halen görülür. Bu mağara içinde olan fare ve sıçan başka bir diyarda yoktur. Allah’ın emriyle İskender’in Filkos namındaki hekiminin tılsımı sebebiyle Muş Sahrasında asla sıçan olmaz. Timurlenk Al-i Osman üzerine hareket edince bu Muş şehrini ve kalesini harap, halkını kebap, evlerini türap eylemiştir ki halen haraplı eserleri görülür. Şehir, Muş sahrasının ağzında bir dağın eteğindedir. MUŞ’UN TARİHİ İLK ÇAĞDA MUŞ Muş’un ilk çağ tarihi Urartu’larla başlar, ne var ki Muş’un dahil olduğu Doğu Anadolu’nun yüksek düzlüklerindeki M.Ö. II.bin’e ait yerleşmeleri, henüz yeterince gün ışığına çıkarılamadığından, Urartu’ların atalarının kimler olduğu kesin olarak bilinmemektedir. Doğu Anadolu’nun bilinmeyenlerle dolu karanlık tarihi dönemleri, Asur kaynakları ve kitabeleriyle bir ölçüde aydınlanmıştır. İlk çiviyazılı kaynaklar Asur Kralı 1. Salmanassar (M.Ö.1274-1245) dönemine aittir. Asur kaynaklarına göre Doğu Anadolu’nun dağlık yörelerinde Nairi Konfederasyonu adı altında birbirinden bağımsız küçük beylikler vardı. Asurluların baskısı altında yaşayan bu beylikler 1. Salmanassardan önceki Asur kralının ölümünü fırsat bilerek ayaklandılar. 1. Salmanassar bu başkaldırıyı bastırmak amacıyla Urartu topraklarına girdi. Asur’luların Urartu-Nairi ayaklanmalarına karşı giriştiği saldırılar aralıklarla 400 yıl kadar sürdü. Urartu’ların tarih sahnesine çıkışları M.Ö. XIII. YY’a rastlamakla birlikte devlet olarak teşkilatlanmaları MÖ. IX. YY.’dadır. Önceleri dağınık bir konfederasyon durumunda olan Urartu’lar Asur Kralı III. Salmanassar’ın çağdaşı olan ilk Urartu Kralı Aramu (MÖ.850-840) dan sonra birleşik bir krallık durumuna geldiler. Urartu devletinin gerçek kurucusu Aramu’dan sonra kral olan I. Sarduri (MÖ.840-830) dir. Kral İşpuini dönemi (MÖ.830-810) Urartuların büyük bayındırlık işlerine giriştikleri, Menuas dönemi (MÖ. 810-786) Urartu devletinin Ön Asya’nın en güçlü devleti durumuna geldiği ve devletin egemenlik alanının genişlediği dönemdir. MÖ. VIII. YY. ortalarında, Urartu Devletinin egemenliği tüm Doğu Anadolu Bölgesine yayıldı. 1. Argişti (MÖ. 786-764) den sonra yerine geçen oğlu II. Sarduri’nin dönemi (MÖ. 764-735) Urartu Devletinin zirvesi sayılmaktadır. Muş Varto’ nun Kayalıdere mevkiinde 1965’te yapılan kazılarda ortaya çıkarılan Urartu kalesi bu Kralın dönemine aittir. Urartu Devletinin bundan sonraki tarihi Asurlular, Kimmerler ve İskitlerin bitmez tükenmez saldırılarıyla sürdü, Urartu Devleti, MÖ. 585’te İskid akınları sonunda yıkıldı. Muş’un Urartu Devleti için önemi krallığın batı yolunun önemli bir merkezi durumunda olmasından geliyordu. Başkent Tuşpa’dan batıya giden yol Malazgirt Ovasını geçtikten sonra Murat Irmağı vadisi boyunca Varto’nun güneyinden Muş Ovasına varıyor. Buradan batıya yöneliyor, Bingöl üstünden Elazığ-Malatya yolu ile de Orta Anadolu ve Kuzey Suriye’ye uzanıyordu. Muş’un ilk çağ tarihinde Urartular’ı Medler takip etti. Günümüz İran Azerbaycan’ında yaşamakta olan Medler, Asur Devleti’ni ortadan kaldırdıktan (MÖ 609) sonra Muş Ovası’na yöneldiler. Medler, Kimmer-İskit saldırılarından yorgun düşen Urartu Devleti’ni, tarih sahnesinden silmekte zorlukla karşılaşmadılar. Ne var ki, Medler’in Doğu Anadolu’daki hâkimiyetleri fazla uzun sürmedi. Persler, Med ordusunu yenerek (M.Ö. 550) bu devleti ortadan kaldırdılar. Persler’in Doğu Anadolu’daki hâkimiyetleri yaklaşık 200 yüzyıl kadar sürdü. Persler, I.Dareios zamanında güçlerinin zirvesine çıktılar. Muş ve çevresi Pers hâkimiyetinde Babil Büyük Satraplığı içinde yer aldı Pers döneminin en önemli gelişmesi, İmparator II. Artakserkses’e karşı baş kaldıran küçük kardeşi Kiros’un, savaşı kaybetmesi ve “Onbinler” diye anılan yenik ordusuyla ünlü Anabasis yürüyüşünü gerçekleştirmesidir. (MÖ 401) “Onbinler” Aras ve Kelkit vadilerine doğru çekilirken Bingöl ile Muş arasındaki alanları geçmişlerdir. Bu ordunun çekilişini yöneten Yunanlı komutan ve tarihçi Ksenofon, Muş ve çevre yaylalarında yaşayan halkın oymak hayatı sürdürdüğünü, ordusuna buğday, arpa, sebze, et ve binek atı sağladığını anlatır. Muş ve çevresi, uzun yüzyıllar Romalıların, Partların ve Ermeni derebeylerinin hâkimiyet mücadelelerine sahne oldu. Doğu Anadolu’nun bu bölgesi adı geçen devletler arasında sık sık el değiştirmesine rağmen, bu mücadelelerden üstün çıkan taraf Partlar oldu, Roma İmparatorluğu’nun üstünlüğü hiçbir zaman kalıcı olmadı. Partlar’la, Romalılar arasındaki bitmez tükenmez savaşların sonuncusu 215-216’da gerçekleşti. Roma İmparatoru Macrinus, Nisibis, (bugünkü Nusaybin)’i bırakarak geri çekilince, Güney Doğu Anadolu’dan Fırat’ın batısına kadar olan Roma hakimiyeti sona erdi (217). Part ve Pers kökenli Sasani hanedanından gelen I.Ardeşir’in İran’da kurduğu Sasaniler Devleti (MS 226), Doğu Anadolu’nun tarihinde yeni bir güç olarak ortaya çıktı. Sasaniler, çok kısa bir süre içinde hâkimiyet alanlarını genişleterek Roma İmparatorluğunun en büyük rakipleri oldular. Geçmiş Yüzyıllardaki Roma Part mücadeleleri yerini artık Roma- Sasani mücadelelerine bırakmıştı. Sasani’lerin hâkimiyeti yaklaşık 400 yıl sürdü. Roma İmparatorluğu’nun ikiye ayrılmasıyla ilkçağ sona erdiğinde Doğu Anadolu, bu kez uzun yıllar sürecek Bizans-Sasani mücadelelerine sahne olacaktı. ORTAÇAĞDA MUŞ Muş ve çevresindeki Sasani hâkimiyeti İmparator Heraklios döneminde Bizans Ordularının Sasani kralı Şahbaraz’ı yenmesiyle sona erdi. Bu arada, VII. yy başında gelişen Arap akınları sırasında Arap komutanlarından Saad ibn Vakkas, Sasani ordusunu bozguna uğratınca (637), Sasani devleti de çöktü. Araplar Muş’un güneyine kadar gelmelerine rağmen Muş ve çevresine Bizans ordusu sahip çıktı. Muş ve çevresi Arap akınları döneminden başlayarak Türklerin Bizans ordusunu Malazgirt’te bozguna uğratmasına kadar (1071) Bizans hâkimiyetinde, Taron (Taran) Theması idari bölgesinde yer aldı. Bölge bütün ortaçağ boyunca bu adla anıldı. Müslüman Arap ordularının Anadolu’ya akınları 640’da başladı. Halife Ömer devrinin sonlarına doğru 641’de İyaz bin Ganın komutasında Bir Arap ordusu Bitlis, Ahlat ve Muş’u aldı. Habib bin Mesleme ve Salman bin Rabia bu bölgeye ikinci bir sefer düzenlediler. (642) Ahlat ve çevresindeki beyleri idareleri altına aldılar. Ne var ki Arap Müslümanlarının hakimiyeti sürekli olmadı sık sık kesintiye uğradı. Muş, Bitlis ve çevresi, Muaviye zamanında bir ara Bizans hâkimiyetine geçtiyse de Emevi’ler yöreyi yeniden denetimleri altına almakta gecikmediler. Halife Abdulmelik zamanında Muhammet bin Mervan, Muş ve çevresini Diyarbakır Amirliğine bu amirliği de El Cezire Genel Valiliğine bağladı. Muş ve çevresi Emevi’lerden sonra Halifeliği ellerine geçiren Abbasilerin ilk yıllarında Avasım Bölgesi sınırları içinde yer aldı. Sonraki yıllarda Abbasilerin yöredeki hâkimiyetleri zayıflayınca Muş ve çevresi Bagradiler den Bagrad adlı prensin yönetim merkezi oldu. Bagrad’ın Bağdat’a gönderilmesi üzerine bu prensin yönetiminden hoşnut olmayan Muş’lular ayaklandılar. Ayaklanma sırasında Vali Yusuf Bin Abi Said Al-Marvazi öldürüldü. Bu olaydan sonra Muş Bagrat Krallığına bağlandı. X.yy’ın ikinci yarısı ile XI.yy’ın ilk yarısında Muş, Ahlat ve çevresi doğuya doğru genişlemek isteyen Bizans İmparatorluğu ile Doğu Anadolu’ ya hakim olan Abbasiler arasında sık sık el değiştirdi. Selçuklular Dandanakan Savaşında (1040) Gaznelileri yenip bir devlet olarak tarih sahnesine çıkınca Tuğrul Bey’in sultanlığı devrinde Abbasiler Selçukluların koruması altına girdiler. Tuğrul Bey Selçukluların Doğu Anadolu’ya düzenledikleri seferlerden birinde Malazgirt’i kuşattı (1054) Bu seferle birlikte Selçuklularla Bizanslılar arasında Doğu Anadolu’daki hakimiyet mücadelesi başlamış oluyordu. Sultan Tuğrul Bey’in ölümünden sonra Selçukluların başına geçen Sultan Alparslan Malazgirt Kalesini ele geçirip, Suriye’ye yönelince Bizanslılar Selçuklu Türk’lerini kesin yenilgiye uğratmak için İmparator Diogenes komutasında büyük bir orduyla Doğu Anadolu’ya bir sefer düzenlediler. Bizans Ordusu Malazgirt’i kuşatıp, ele geçirdi ve kaledeki bütün Müslümanları kılıçtan geçirdi. Bizans ordusunun Doğuya yöneldiğini haber alan Sultan Alparslan Güneye seferinden vaz geçti. Hızla Anadolu’ya yöneldi. Malazgirt önlerine geldiğinde kalenin Bizanslıların eline geçtiğini görünce savaş hazırlıklarına başladı. Romanos Diogenes’e bir elçi yollayarak barış teklifinde bulundu. O yüzyılın en kalabalık ordusunu toplamış olan İmparator, Sultan Alparslan’ın barış teklifini reddetti. Alparslan Türklerin Turan diye anılan klasik savaş taktiğini uygulayarak ordusunu dörde ayırdı. Bu taktiğe göre Selçuklu ordusu biri merkezde ikisi yanlarda, biride merkezdeki birliklerin önünde olacak şekilde mevzilendi. Sultan Alparslan Merkezdeki kuvvetin önündeki az sayıdaki birlikle birlikte saldırıya geçti. Bu kuvvet kısa süren bir çatışmanın ardından yenilmiş görünerek geriye merkeze doğru çekildi. Türklerin yenilgiye uğrayıp geri çekildikleri sanan Bizans ordusu karşı saldırıya geçince sağ ve sol tarafta mevzilenmiş olan Selçuklu kuvvetleri, Bizans ordusunun artlarına sarkarak kıskaç içine aldılar savaş kısa sürede sona erdi. Bizans ordusu büyük kayıplar verdi. İmparator Romanos Diogenes esir edildi. Sultan Alparslan Romanos Diogenes’le antlaşma yaptı ve daha sonra onu serbest bıraktı. Malazgirt Savaşının sonuçları büyük oldu. Bu savaşla Anadolu’nun Türkleşmesi dönemi başladı. Sultan Alparslan komutanlarından Anadolu içlerine seferler yapmalarını istedi. Böylece Muş ve çevresi kesin olarak Türklerin hâkimiyeti altına girdi. Muş ve çevresi 1100 de Selçuklu hanedanlarından Melikşah’ın amcası Yakuti’nin oğlu olan Kutbettin İsmail’in kölesi Sökmen El-Kutbi Ahlat’lıların daveti üzerine Ahlat’a gelerek Van Gölü çevresinde Ahlatşahlar Beyliği’ni kurunca bu beyliğin sınırları içerisine katıldı. Ahlatşahlar zamanında Muş, Malazgirt ve çevresi tamamen Türkleşirken Muş’da doğunun kalkınmış ve zengin şehirleri arasında yerini aldı. Muş ve çevresi Ahlatşahlar, Artuklular ve Eyyubilerin hâkimiyet mücadeleleri sırasında birkaç defa el değiştirdi. 1191’de Eyyubi Meliki, Malazgirt Kalesini kuşattı ve kaleyi mancınıklarda dövmeye başladı. Erzurum Hükümdarı Saltuk’un kızı Mama Hatun, başında bulunduğu askeri kuvvetlerle Ahlatşahların yardımına gelince kuşatma kaldırıldı. Muş ve çevresi, tekrar Sökmenliler’in idaresine geçti. 1196’da Ahlatşahı Beg Timur’u öldürerek yerine geçen kölesi ve damadı Aksungur, hükümdarın karısını ve oğlunu Muş Kalesine hapsetti. Ahlatlılar Aksungurun ölümünden sonra Beg-Timur’un oğlu Muhammet’i hapisten çıkararak 1197’de hükümdar ilan ettiler. Ahlatşahlar’daki bu karışıklıklardan yararlanmak isteyen Suriye Eyyübileri’nden Necmettin Eyyüb, Muş şehrini ele geçirince Ahlatşahlar’da Erzurum Meliki Tuğrulşah’tan yardım istediler. Tuğrulşah, Eyyübileri Muş’tan çıkarıp Ahlatşahlar’ın hükümdarı Balaban’i öldürerek bu ülkeye sahip olmak istediyse de halk Tuğrulşaha ayaklandı. Tuğrulşah önce Malazgirt’e çekildi ve burada da tutunamayarak Erzurum’a geri döndü. Muş ve çevresi, Ahlatşahlar Devleti’nin 1207’de yıkılmasından sonra Necmettin Eyyubi’nin eline geçti. Necmettin Eyyübi Ahlat halkına kendisini kabul ettiremedi. Ahlatşahlar ülkesi, Gürcüler’in baskınlarıyla perişan edildi. Moğol tehlikesinden kaçan Celalettin Harzemşah Doğu Anadolu’ya girdiği sırada Van, Ahlat,Erciş, Muş, Malazgirt ve Bitlis çevresi Suriye Eyyübileri’nin kontrolü altında idi. Gürcüleri ezerek Ahlat’a gelen Harzemşah Celaleddin, Ahlatı kuşattı ve o devirde Kutbet Al-Islam sıfatını taşıyan Ahlat’a girerek, şehri üç gün boyunca yağmalattı. Bu arada Malazgirt ve Muş çevresi de bu yağmadan kurtulamadı. Ahlatşahlar’ın bir kültür merkezi haline getirdiği belde böylece, bir diğer Türk hükümdarı tarafından perişan edilmiş oldu. Harzemşah’ın Islam Türk dünyasındaki yanlış politikası üzerine harekete geçen Anadolu Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubat, 10 Ağustos 1230’da Yassıçemen’de Harzemşah’ın ordusunu perişan etti. Harzemşah Celaleddin, kaçarken Dersim Dağlarında öldürüldü. Muş ve çevresi Anadolu Selçuklu idaresi altına girdi. Alaeddin Keykubat Iran üzerinden gelen Moğol tehlikesine karşı topraklarını korumak için hazırlıklarda bulunurken Moğollar’ın önünden kaçan Türkmenleri Malazgirt ve Muş çevresine yerleştirerek bunlardan yararlanmayı düşündü. Malazgirt ve Muş Kalelerine askerler yerleştirdi ve suları tamir ettirdi. Alaeddin Keykubat’ın ölümünden sonra Anadolu Selçuklu Devletinde Alaeddinin yerini dolduracak değerli bir devlet adamı çıkmayınca Moğollar hızla Doğu Anadolu’ya girdiler. 1243 Kösedağ Savaşıyla Anadolu tamamen Moğollar’ın egemenliğine girdi. Muş ve çevresi de Moğol tahribat ve katliamına uğradı. Muş ve Malazgirt Moğollar’dan sonra Iran, Doğu Anadolu ve Irak havalisinde kurulan İlhanlılar Devleti’nin idaresine geçti. Ne var ki, Doğu Anadolu, hiçbir zaman Ahlatşahlar zamanındaki zenginliğine ve kültür yüksekliğine ulaşamadı. Ilhanlılar’ın Iran’da yıkılmasından sonra Muş ve çevresindeki Türkmenler. Bağdat’ta hüküm süren Celayirliler’in hanı Sultan Üveys (1356-1357) zamanında katliama uğradılar. Bu esnada Bu esnada Doğu Anadolu’da Karakoyun ve Akkoyun Türkmenleri hâkimiyet kurmak için mücadeleye başladılar. Doğu Anadolu’ya hâkim olan Karakoyunlu’lar zamanında Muş, bu beyliğin sınırları içerisinde kaldı. Bu arada İran üzerinden batıya doğru ilerleyen Timur tehlikesi ortaya çıktı. Timur’un önünden kaçan Türkmen boyları Karakoyun’lu topraklarına girince Karakoyunlu hükümdarınca Muş, Bulanık Malazgirt ve Varto’nun dağlık kesimlerine yerleştirildiler. Karakoyunlu hükümdarı Kara Yusuf, Timur’a karşı koyamayınca Osmanlılara sığındı. Karakoyunlu topraklarına giren Timur girdiği her yerde yaptığı gibi Muş ve Malazgirt’i de tahrip etti, halkı kılıçtan geçirdi. Evliya Çelebi seyahatnamesinde Muş şehrinden bahsederken Timur’un Muş’ta yaptığı tahribatın izlerinin hala mevcut olduğunu söyler. Timur Osmanlı Sultanı Yıldırım Beyazıt’ı l402 yılında Ankara savaşında mağlup edince Anadolu tamamen Timur’un kontrolü altına geçti. Timur Çin seferine gitmek için Anadolu’dan ayrıldıktan sonra Anadolu’da Osmanlı şehzadeleri arasında taht kavgaları başladı. Doğu Anadolu’ya geri dönen Karakoyunlu Yusuf. Beyliğini yeniden kurdu. Kara Yusuf’un ölümünden sonra Akkoyunlular Karakoyunluları tehdit etmeye başladılar. Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan ordusunu Muş Ovası’ nı doğudan çeviren dağların gerisine gizleyerek Karakoyunlu hükümdarı Cihanşah ‘ı beklemeye başladı. Pusudan habersiz ihtiyatsız hareket eden Cihanşah bir gece baskınında ele geçirilip öldürüldü. Uzun Hasan böylece Karakoyunlu Devleti’nin çöküşüne zemin hazırladı ve Doğu Anadolu’yu hâkimiyeti altına aldı. Osmanlılarla komşu olan Akkoyunlu hükümdarı, bütün Anadolu’ya hâkim olmak için Osmanlı Sultanı Fatih Sultan Mehmet’le 2 ağustos l473 ‘de Otlukbeli’nde savaşa tutuştu. Uzun Hasan, bu savaşta yenilince ülkesi sarsıldı. Uzun hasan,l478’de ölünce Akkoyunlular’da iç karışıklıklar baş gösterdi. İran’da şeyh Seyfettin Erdebili neslinden şeyh Haydar’ın oğlu olan Şah İsmail, İran ve Akkoyunluların toprakları üzerinde Safeviler Devleti’ni kurdu. Şah İsmail’in annesi Alemşahbanu Uzun Hasan’ın kızıdır. Şii itikadını benimseyen Şah İsmail, Doğu Anadolu ‘da sünni Türkmenlerin arasında katliama başladı. Akkoyunlu Türkmenleri’yle Şah İsmail arasındaki mücadeleden en çok Doğu Anadolu halkı acı çekti. Muş ve çevresi Ahlatşahlar yönetimindeyken tamamen Türkleşmiş ve Ahlatşahlar’ın imar faaliyetleriyle de Doğu Anadolu’nun zengin yörelerinden biri haline gelmişti. Marco Polo XIII yy ortalarında Muş ve Mardin’de pamuk baharat ve çeşitli kumaşların çok miktarda imal edildiğin kaydeder Muş ve çevresi Moğolların ve Timur’un tahribatından bir hayli etkilendi ve geriledi. Şehirleri terk eden Türkler köylere ve yaylalara doğru çekilip çiftçiliği bırakarak hayvan beslemeye başladılar. Akkoyunlu Uzun Hasan zamanında Uzun Hasanı ziyaret eden İtalyan elçisi Barbaro Muş’tan bahsederken şehrin meskûn ve kalesinin müstahkem olduğundan söz eder. YENİÇAĞDA MUŞ Osmanlı Sultanı II Beyazıt zamanında kuvvetlenen Şah İsmail Anadolu’da hâkimiyetinin kurmaya çalışılırken aynı zamanda müritlerini de el altında Anadolu’nun çeşitli yerlerine göndererek Osmanlılar aleyhine isyanlar çıkartmaya başladı. Şehzade Yavuz Trabzon Valiliğinde bulunduğu yıllarda Şah İsmail’in durumu yakından takip ederek tehlikenin farkına vardı. Babasıyla girdiği taht mücadelesinde galip çıkıp Osmanlı tahtını ele geçirdiğinde ilk işi büyük bir orduyla Doğu Anadolu’ya yürümek oldu. 23 Ağustos 1514’de Çaldıran’da Şah İsmail’i bozguna uğrattı. Böylece Doğu Anadolu ve Tebriz Osmanlıların hâkimiyetine girdi. Yavuz Sultan Selim Doğu Anadolu’da iken bu bölgedeki aşiretler İdris’i Bitlisi’nin önderliğinde Yavuz’un emrine girdiler. Yavuz Sultan Selim Doğu Anadolu’yu İran’a karşı korumak için bu aşiretleri birtakım derebeyliklere ayırarak onlara geniş imtiyazlar verdi bu aşiretlerden İran’a karşı uç beyleri olarak yararlanmaya çalıştı. Kanuni zamanında Safeviler Doğuya saldırıp Erzincan’a kadar olan yerleşim bölgelerinde yağma ve katliama girişince Muş ve Malazgirt çevresi de tahrip oldu. Doğu seferine çıkan Kanuni İran içlerine sefer yaptı ise de da Doğu Anadolu’daki sınır çatışmaları Sultan IV Murat zamanında 1639 da yapılan Kasr’ı Şirin antlaşmasına kadar devam etti. Osmanlı Devletinin mülki taksimatında Muş ve çevresi bazen Van eyaletine bağlı sancak merkezi bazen de eyaletin Bitlis Hanlığına bağlı bir nahiye oldu. Bitlis hanlığının ortadan kalkmasından sonra Muş Erzurum eyaletine bağlı sancağın merkezi olurken, Bitlis’te Muş’a bağlandı. 1700 yılları sonrasında Muş ve çevresinde bir nevi babadan oğula geçen yerel paşalık vardı. YAKINÇAĞDA MUŞ Muşta yerel paşalık yapan Aleaddin paşa zamanında 1794’te İran şahı Doğu Anadolu’ya girerek Muş ve Hınıs’ı yağmalattı. İran’lıların kışkırtmasıyla çıkan isyanları bastırmak için harekete geçen Osmanlı Devleti yardımcı kuvvet olarak yerel paşalardan asker toplarken Muş Beylerbeyi Aleaddin paşanın oğlu Emin paşadan da yardım aldı ve isyancı aşiretler üzerine yürüdü. 1821 de Kaçar hanedanından Fatih Ali Şahın veliahtı ve Iran şahı Abbas Mirza Doğu Anadolu’ya girerek Muş ve çevresini yağmaladı. 1826’da Sultan II. Mahmut Yeniçeri Ocağını kaldırırken Erzurum Eyaletinde Yeniçeri ağası olan Gürcü Osman Paşa, Muş Beylerbeyi Emin paşa tarafından yakalanarak Varto’ya getirilip idam edildi. Bu esnada Doğu Anadolu’daki yerel paşalar, nüfuslarını artırarak merkezi otoriteye karşı ayaklanmaya başladılar. 1839’da ilan edilen Gülhane Hattı Hümayunu’ ile birlikte yerel beyliklere son verilmeye başlandı. Muş’un Bağlar Köyü yakınındaki Alaeddin Paşa oğullarının konağına hücum eden halk, konağı yağmaladı. Devlet Muş’ta yerel paşalığa son vererek burayı Erzurum’a bağlı sancak merkezi haline getirdi. 1.DÜNYA SAVAŞINDA MUŞ 1914’de 1. Dünya savaşlarında Osmanlı Ordusu’nun Kafkas seferi büyük hezimetle sonuçlandı. Rus orduları Doğu Anadolu’yu işgal etmeğe başladı. 1915 yılında Ruslar Eleşkirt ve Pasinler üzerinden Malazgirt’e doğru ilerlediler. Bundan cesaret alan Ermeniler Rus işgalini kolaylaştırmak için Muş Varto ve Bulanık’ta Müslüman köylerine baskınlar düzenlemeğe başladılar. Rusların desteklediği ermeni katliamlarından korkan halk Elazığ ve Diyarbakır tarafına kaçmağa başladı. 1915 yılının Şubat ayında Varto, 1916 yılında da Muş Rus ordusunun eline geçti. CUMHURİYET DÖNEMİ'NDE MUŞ Cumhuriyetin ilânından sonra yurtta kalkınma hamlesiyle birlikte önemli inkılâplar yapılmaya başlandı. Bu inkılâplara tepki. Olarak Doğu Anadolu' da Şeyh Sait İsyanı patlak verdi. Bu isyanı destekleyenlerin başında Ha-midiye Alayları'nın komutanlığını yapan ve doğuda büyük nüfuzu olan Halit Paşa da bulunuyordu. Halit Paşa'nın Osmanlı Devleti'nin çöküşü sırasında kurulan zararlı cemiyetlerden Kürt Teali cemiyetiyle yakından ilişkisi vardı. Hamidiye Alayları'nın gücüne güvenen Halit Paşa, dışardan da destek göreceğini umarak isyan etmek için yöre halkından kuvvet toplamaya başladı. T.B.M.M. Bitlis Mebusu Yusuf Ziya Bey'le anlaştı. Kendisi Doğu Anadolu'da ayaklanırken bir yandan da isyanının amacını diğer Cemiyeti Akvama duyurarak olayı milletlerarası mesele haline getirmeye çalıştı. Halit Paşa bu maksatla Varto'nun Kereç Köyü'nde aşiret ağalarıyla yaptığı toplantıda umduğu desteği bulamadı. Bunun üzerine kendisine katılmayan ağaları, Ankara Hükümeti'ne isyan etmiş gibi göstermeye çalıştı. Aşiretler üzerine yaptığı baskınlarla Varto ve Bulanık çevresinde yağmalama hareketlerinde bulundu. Olayın aslı anlaşılınca Halit Bey Erzurum'a davet edilerek orada Kolordu Divanı Muhasebat Komisyon Reisliği vazifesiyle alıkondu ve miralay rütbesi verildi. Erzurum'da siyasi faaliyetlerine devam eden Halit Paşa bu sefer şeyhlere yanaşmayı denedi. Türkiye Cumhuriyeti'nin çıkarmış olduğu kanunları İslam'ın aleyhine göstererek Şeyh Sait'in desteğini aldı. Pasinler depremi sebebiyle Erzurum'a gelen Mustafa Kemal Atatürk, Halit Bey'in faaliyetlerini öğrenerek tutuklanmasını emretti. Bitlis Cezaevi'nden Şeyh Sait'le haberleşen Halit Bey, isyanın bastırma emrini verdi. 5.2.1925'de Doğu Anadolu'da büyük bir isyan çıktı. Şeyh Sait'in kuvvetleri dört kola ayrılarak Doğu Anadolu'ya yayılırken dördüncü kol Muş, Varto, Malazgirt ve Göynük çevresini işgal etmeye çalıştı. Varto'yu ele geçiren isyancılar Muş'a ilerledilerse de Muş Vali Vekili Sırrı Bey, halktan topladığı yardımcı kuvvetlerle Murat Köprüsü civarında Şeyh Sait'in isyancılarını mağlup etti ve isyancıların Varto'ya geri çekilmesini sağladı. Bu olaylar esnasında Halit Bey ve Yusuf Ziya, Bitlis Cezaevinde idam edildi. Dört ayrı yerdeki isyanın üçü bastırılınca Şeyh Sait Varto'ya gelerek Bulanık üzerinden İran'a geçmeye çalıştı. Şeyh Sait'in önderliğinde Muş'a doğru tekrar ilerleyen isyancılar, Muş-Varto arasındaki tarihi Abdurrahman Paşa Köprüsü üzerinde askeri kuvvetlere teslim olmak zorunda kaldı. (Kaynakça Muş Valiliği İnternet Sitesi)